DELİ
“Hastanenin soğuk koridorlarında gidip gelen nöbetçinin yeni aldığı botlarının gıcırtısı, hücrenin paslı demirini kemirerek çıkabileceğine inanan bir deli; iki koluyla demiri bükerek çıkmaya çalışan bir fare.
Kendi kendine bağıran ve deli olduğunu açıkça belli eden bir adam. Sakalları uzamış, aklanmış. Hafif eskimiş ve kokmuş deli gömleği. Sararmış ve tek tük kalmış olan dişlerini sıkmakta. Nöbetçi dişlerini gıcırdatıyor, bu gürültüden bıkmış olmalı. Kendisinin de oraya gireceğinden korkmaya başladı. Bir an önce evine gidip eşiyle vakit geçirmek istiyor fakat nöbet sırası onun.
Ben ise yaşlılığın belirtileri olan kırışıkların kapladığı göz kapaklarımı sıkıca yumuyorum. Elimle şakaklarımı ovup iç çekiyorum. Bir daha fısıldadım; ‘Ben, deli değilim.’ Tipik savunmalardı bunlar. Kimsenin inanmadığı adet yerine getirilsin diye söylenen, söyleyenin bile inanmadığı sözlerdi. Ama ‘ben deli değilim.’
Hıçkırıklarım susuyor. Artık buradan çıkamayacağımı ve gereksiz yakarışlarımın işe yaramayacağını anlıyorum. Ekim ayındayız. Ben 92 doğumluyum. 20-25 yaşlarında falanım. Yüzüm kırışıklarla dolu. Sanırım çok gülmekten oldu bunlar. ‘Çok gülersen çok ağlarsın’ denildikçe gülen ben, şimdi gülüşlerim aklıma gelince ağlıyorum. Hastanenin duvarlarında yeniden hıçkırıklarım yankılanıyor.
Biraz sonra beyaz terlikli biri duruyor önümde. Yaşlı gözlerimi yavaşça ve ürkekçe yukarıya doğru sürüklüyorum. O yakışıklı doktor bu. Hemen heyecanlanıyorum. Toparlanmaya çalışıyorum ama deli gömleğim aklıma gelince iyiden iyiye hiddetleniyorum. Kaşlarımı olabildiğince çatarak yakışıklı doktora bakıyorum.
‘Ne oldu?’ şeklinde başını sallayıp sırıtarak kaşlarını kaldırıyor. İçimden bir küfür savurarak parmaklıklara tekme atıyorum. Bu doktoru biraz şaşırtıyor ve gülümsemesini solduruyor.
‘Sana ben deli ol demedim tamam mı?’ diye bağırıyor. Hastanenin duvarları yankı yaptı haliyle. Karşılık veriyorum ‘Ben, deli değilim!’
Nefes alış-verişlerim yavaşlayınca devam ediyorum: ‘Ne istiyorsun?’
Gülümsemesi iyice artıyor, bir merhamet gülümsemesi bu ‘Deli olmadığına inanıyorum ve seni teste soktuktan sonra buradan çıkaracağım.’
Hemen umutlanmak istemediğimden emin olmak için birkaç sual soruyorum. İstediğim yanıtları aldım.
Beni teste tabii tutmak için hücreden çıkarıyorlar. Sanki daha önce almamışım gibi derin bir nefes alıyorum. Bırakmayı unutuyorum odanın önüne gelene kadar. Onlara akıllı olduğumu kanıtlayacağım.
Yakışıklı doktor içeriye girdi ve kapının önünde duruyor. Bu benim içeriye girmemi isteyen işaret. Zorlamadan giriyorum. Rahatsız olsa da hücrenin ıslak beton zemininden konforlu koltuğa kuruluyorum.
Doktor ve başka bir doktor olduğunu sandığım iki kişi önüme oturuyor. Beni sorguya çekiyorlar. Değişik resimler gösteriyorlar. Dakikalar, sonra saatler geçiyor. Beni değişik cihazlarla da tarıyorlar, check-up bile yaptılar sanıyorum bir ara.
Yaşadığım yerin en güvenlikli deli hastanelerinden birinde olduğumdan sanırım. Tüm testler bitince sanırım üç saat geçmiş oluyor. Yakışıklı doktor bana bakıp gülümsüyor. Sanırım buradan çıkmam için o yardım ettim. Gözlerimi kapatıp ona iyi dileklerimi sunuyorum.
En sonunda yirmi gündür olduğum hastaneden çıkıyorum. Deli olmadığımı anlamış olmalılar. Zaten ben deli değilim.
Hastaneden çıkıp eve saptıyorum. Arada pek mesafe yok. Bana bir çift gardiyan botu vermişler. Nedendir ki bu gardiyan botları bizim orada beyaz olur hep. E haliyle beyaz olan botlar yağmurlu havada çamurlanmış, benim umurumda değil. Eve gidiyorum. Aynı zamanda beni bu hale getirenlerden intikam alacağım yeminleri ediyorum.”
Genç kadının sözleri hıçkırıklarıyla bölündü. Güçlükle de olsa devam etmesini izledim.
“Tam köşeyi dönüp evime ulaşacakken bir arabanın korna sesini duyuyorum. ‘Trafik var herhalde’ diye arkama bile bakmıyorken arkamda dayanılmaz bir sızı hissettim. Öyle dayanılmazdı ki. Sonra bir yahut iki metre ileriye savruluyorum.”
Kadına öyle bir bakıyordum ki. Bu kadın daha yirmi yaşındaydı ve deli olduğu gerekçesiyle getirilmişti. Bu kadın hakikaten deliydi.
“Sonra sırtımda büyük bir yara açılmış. Sanırım işte orada öldüm.”
Kadına “Peki şimdi nasıl hayattasınız?” diye sordum dayanamayarak.
“Bilmiyorum. Uyandığımda kendimi iki yıl sonrasında ve genç olarak yatağımda buldum. Çok garip.”
Kadına sinirle “Sen delisin!” diye bağırıverdim birden.
Kadın hışımla ayağa kalktı. Hafif şişmancaydı. Duvara yaslanarak soyunmaya başladı. İlk başta korktum ve güvenliği aradım. İç çamaşırları kalana kadar soyunduktan sonra arkasını dönerek
“Bu ne o zaman?” dedi.
Çok tuhaf. Kadının arka kısmı çürümüş, morluklarla ve yara kabuklarıyla doluydu.