KARANLIKTAN AYDINLIĞA
Gün sabahın erken saatleriydi. Güneş bile henüz saklandığı yerden uyanmamıştı. Havada sabahın serinliği vardı, kuşlar insanların içindeki sessizliğe inat cıvıl cıvıldı. Fatma yine o sabah annesiyle tarlaya gitmek için erken uyanmıştı dün akşamdan avluya koyduğu ibriği alıp abdestini aldı dilinde geleceğe fısıldadığı umut cümleleri ile sabah namazını kıldı. Fatma’nın artık dayanacak gücü kalmamıştı, her sabah erkenden kalkıp tarlaya gitmek istemiyordu ama köyde kızlara bundan başka kader biçilmemişti. Fatma ve annesi Hacer Hanım ellerinde çapalar bozuk ve dikenli yollardan tarlanın yolunu tuttular. O sabah köy pek bir hareketliydi, nihayet köydeki okula öğretmen gelmişti. Fatma iki yıl önce ilkokulu bitirmişti ancak köyde öğrenci yok diye okula bir daha öğretmen gelmemişti. Çünkü bu köyde oğlanlar ya tarlaya tapana gider ya da şehre çalışmaya gider. Kızlar ise… Bazı coğrafyaların kaderi de en az yolları kadar bozuk olurdu. Fatma henüz 15 yaşına yeni girmişti ilkokula bile zor bela gidebildi, babası okula gitmesine yanaşmamıştı yine de bir şekilde ilkokula göndermeye mecbur kalmıştı ama şimdi Fatma’yı okula tekrar hayatta göndermezdi. Fatma bunu biliyordu, kabul görmüş bazı yanlış gerçekler vardı onların hayatında, Fatma bunun farkındaydı ama kabullenmek istemiyordu. Köklerini bu köyün dışında bir yerlerde sağlamlaştırmak istiyordu.
Korku öyle bir şeydi ki, Fatma’yı yok ediyordu. Eli kolu yoktu sanki bir şey yapmak istese bile uzuvları oynamıyordu. Dışarıda akıp giden hayatı görmese de okumuştu, merak ediyordu. Zaten bu merak kahrediyordu onu. Belki bilmese daha kolay olacaktı her şey. Aramayacaktı kendi kurtuluşunu ve dünyasını içinde yaşadığı köy bilmekten rahatsızlık duymayacaktı. Fakat dar geliyordu ona her yer.
“Anne…” diye mırıldandı yavaşça. Tarladan döneli çok olmuştu, Fatma saatlerdir kafasında dönenleri annesine anlatacak cesarete henüz kavuştu. Annesi mutfakta yemek yapıyordu şimdi. Cevap vermese de anladı kızını. Belki bu yüzden cevap vermedi.
“Okula öğretmen gelmiş.”
Annesi içli içli baktı ona. Gücü yetmezdi kızını okutmaya, farkındaydı elbet. Görülmüş şey değildi bir kızın okuması, babası onu evermediği için bile şükrediyordu her gün. Ama bunu bu sabiye nasıl söylerdi?
“Anne, Allah aşkına konuş babamla. Okul hemen şurada zaten. Bıraksın okuyayım”. dedi ağlamaklı bir sesle. Beyhude bir çırpınıştı ama kafasına koymuştu bir kere. Gereken neyse onu yapacaktı okumak için. Zira tadını almıştı bilginin. Hayatın ne kadar engin olduğunu okuduğu üç beş kitapla bile fark etmişti. Kim bilir daha neler vardı öğrenecek!
“Fatma, yavrum…” diyecek oldu ki başka bir ses işittiler. Büyük ağabeyi mutfak kapısından onlara bakıyordu. Fatma’nın altı abisi vardı, tek ve en küçük kız çocuğuydu o. Başka ailelerde şanstı belki bu. Ama Fatma’nın lanetiydi, yıkması gereken duvarlar bir değil yediydi.
“Okumak mı istiyorsun?” diye sordu ağabeyi. Fatma bütün ağabeylerini severdi ama en çok Mahmut’u sayardı. İçinde filizlenen umuda engel olamadı. Kafasını salladı usul usul.
Mahmut diğerleri gibi değildi. İçindeki yürek hâlâ atardı. Gücünü de buradan alırdı. Üstelik kıyamazdı kardeşine, Fatma onun biriciğiydi. Ama o bile şu an ne yapması gerektiğini bilmiyordu. İlkokulu bile zorla kabul ettirmişti. Babasıyla ettiği kavgalar geldi gözünün önüne.
Babası çetin cevizdi. Yine de el âlem en büyük korkusuydu. Mahmut kolay olmayacağını biliyordu. Fatma’ya bakarken ne diyeceğini bilemedi.
Konu şuan kapanmış gibi gözükse de, Fatma’nın içinde bir türlü kapanmıyordu. Yeni bir gün başlıyor ve bitiyor, günler sil baştan tekrar ediyordu. Fatma ise okul hayalini her yeni bir güne ertelemekten yorulmuştu artık. Abisinden medet umarak yalvarmıştı ama bu da bir sonuç vermemişti. Her sabah okula gidebilen bir kaç arkadaşını görür, sanki bu ayıp kendisininmiş gibi hem utanır hem de boynu bükük onları izlerdi. Zaten köyde sadece bir kaç kız çocuğu gidebiliyordu okula, onların babalarını da öğretmen zar zor ikna etmişti. Fatma için de gelmişti öğretmen, yalvar yakar etmişti babasına ama babası “Nuh” diyor “Peygamber” demiyordu.
İşlerden vakit bulabildiği zamanlar, evlerine yakın yüksek bir taşa oturup dünyayı izlerdi, izlediği onun dünyasıydı aslında … Çünkü onun dünyası dışarıdaki yaşamdan daha kalabalık ve karışıktı. Bakardı gözünün alabildiği uzaklara, sorular sorardı kendi kendine, kimseye soramadığı sorular biriktirmişti kendince ve cevaplarını bilmediği…
O gün güneş batmak için yol almıştı, batan güneş miydi yoksa Fatma’nın gözlerindeki o umut ışığı mıydı bilinmez.
Tam o sırada abisi nefes nefese yanına geldi “Fatma..! Fatma..!” dedi nefesini toparlamaya çalışırken. Fatma hiç ses etmeden ona döndü.
“Ne yapıyorsun burada? Seni arıyorum.” dedi heyecanla.
“Hadi gel babam çağırıyor, sana bir şey diyecekmiş”
Fatma’nın içini bir anda korku kapladı, “Ne oldu ağabey, babam e yapacak beni? Bütün işleri mi yaptım, yoksa pınardan su getirmedim diye mi çağırıyor? Hemen gidip sitilleri doldururum.”
Abisi; “Bir dur deli kız, korkma bir şey yok hatta iyi bir şey oldu galiba.”
“Ne oldu Mahmut Ağabey söylesene?” dedi, gözlerinde yeniden doğan ışıkla.
“Bir şey olmuş, hükümet bir karar mı ne vermiş, okul okumak yani orta okul mecbur kılınmış zannımca babam şehirde duymuş, hatta göndermeyenlere ceza mı ne vereceklermiş.” dedi
“Neee? Yani ben şimdi…“ derken bir taraftan da koşmaya başladı Fatma, “Kız dur bu kadar sevinme babam çok sinirli hükümete, ‘Eski köye yeni adet getirdiler’ deyip duruyor.”
Fatma bir yana umutlarını, bir yana hayallerini almış, rüzgara inat daha hızlı koşuyordu. Yüzünde heyecanlı bir tebessüm vardı, saçları rüzgarda savruluyordu; o bal rengi gözlerindeki yaşlar dur durak bilmiyordu. Mahmut kardeşini gülümseyerek izliyor, onun bu okuma tutkusuna, pes etmeyişine hayran kalıyordu. O da koşmaya başladı, “Fatma kız dur hele beni de bekle, rüzgâra mı meydan okuyorsun bu ne hız!” diye seslendi. Fatma biraz yavaşlayarak arkasına gülerek döndü, “Hayata meydan okuyorum abi. Paslanmış fikirlere, ‘Ama sen kızsın…’ cümlesinden sonra gelen olumsuzluklara, babama bile meydan okuyorum mesela. Kızlarını oyuncakları gibi yönetmeye çalışan ana babalara. Rüzgârdan daha hızlı olmalıyım ben abi, gerekirse bir erkekten daha güçlü olmalı, tiz sesime rağmen bu köyü inletecek şekilde bağırmalıyım. Ben bağırmalıyım ki abi, güç bulsun bu köyün kızları, umut olayım onlara; kim bilir doktor olurum ya da bir öğretmen. Belki de şair olur herkese gider bağırışlarım, çiçekler açar, kimselerin haberinin olmadığı kuytu köylerde. İşte ondandır abi, daha hızlı olmalıyım, gerekirse rüzgâra bile meydan okumalıyım.” Mahmut kardeşini dinlerken gözyaşlarına hakim olamadı. Bu sefer gözyaşlarını gizlemedi. Görsündü herkes… Elini uzattı kardeşine, “Beraber koşalım o zaman benim balım Fatma’m. Rüzgâra beraber meydan okuyalım.” dedi. Elleri kavuştu iki kardeşin, umutla heyecanla, koşmaya başladılar bozkırın kurak ama umudun hiç eksik olmadığı topraklarda.
Eve geldiklerinde de Mahmut kardeşinin elini bırakmadı. Destek oldu kardeşine, yanından hiç ayrılmadı. Babası biraz öfkelendi, üç beş küfür savurdu, “Ne yapacağız, artık okula gidecek, başka çaremiz mi var? Bu hükümet de sapıttı, kızları okula gönderecekmişiz. Başımıza taşlar yağıyor, kız Fatma orada korkuluk gibi dikileceğine su getir babana. Yarın erkenden kalk, okula gidip kayıt yaptıralım. Ah başıma ağrılar giriyor. Ah hanım kızımız bozulmasa bari okul sıralarında. Ah ah…”
“Tövbe de bey, nasıl konuşuyorsun öyle. Ben Fatma’mı hiç öyle yetiştirmedim. O oturmasını da kalkmasını da bilir. Benim kızım pırlanta gibi, pırlanta, sen sadece görmeyi bilmiyorsun.” dedi annesi, mutluluğunu gizlemeye çalışarak. Fatma’nın babası ise bir şey demedi, öfkeden ağrıyan başını ovuşturmakla yetindi.
Ertesi gün doğmadan uyandı Fatma. Dün gece evde yaşanılanların bir rüya olmasından daha da kötüsü devletin böyle bir uygulamasının olmamasından her şeyin bir söylenti olmasından korkarak uyandı. Mahmut abisi de onun tıkırtısına uyanmış yanına gelmişti.
“Hayrolsun Fatma ne yapıyorsun sabahın seherinde?”
“Korkuyorum ağabey, korkuyorum….”
“Neden be kızım neden, kimden?”
“Ya babam sözünden cayarsa beni göndermezse okula?”
“Devletin karşısında da duramaz ya kızım ‘şart’ demişler göndermeyene ‘ceza’ demişler.”
“Bilmiyorum ağabey yine de içimde bir sıkıntı var.”
“Allah hayra çıkartsın kızım sıkma kendini, hem bak ben yanındayım.”
Mahmut, Fatmaya sarılarak onun korkusunun geçmesini, endişelerden ve üzüntülerden kurtulmasını diledi.
Ertesi hafta her şey çok hızlı gelişti köydeki hemen hemen herkes istemeye istemeye kızlarını okula göndermeye başladılar. Her hanedeki okul yaşına gelmiş kızlar birbir okula kaydedildi. Devletin bu kararının uygulandığının haberleri yapıldı, fotoğraflar çekildi, gazetelerde manşet oldu. Sabah erken uyanıp evin, tarlanın işlerini halleder ardından da koşarak okula giderdi kızlar. Fatma hep kendini yalnız hissederdi okuma mücadelesinde. Hâlbuki okullu olmak isteyen nice yaşıtı hemcinsi varmış. Ders aralarında toplaşıp akşam eve gelen dünürcüleri, yapacakları yemekleri konuşurlardı. Fatma ve arkadaşları okumak büyük işler başarmak istiyorlardı. Kimi hayvanlar için tedavi yöntemi geliştirmek, kimi annesinin dizleri için bir ilaç bulmak kimi de sürekli düşük yapan ablası için bir çözüm yolu bulmak istiyordu. Ya Fatma, Fatma ne istiyordu? Hayali neydi? Buradan sonrasına babası izin verecek miydi? Köyden çıkıp başka yerde okumasına müsaade edecekler miydi? O bilmek istiyordu başka türlü yaşamak da mümkün mü? Dünyanın sınırları ne..? Çok öncelerden okuduğu Küçük Kara Balık gibi kentinden, bulunduğu topluluktan kopup kendini ve dünyayı keşfetmek istiyordu. Ama nasıl? Mümkün müydü? Ortaokula bile devlet zoru ile yollayan babası, okul bitir bitmez kapıya dayanacak görücüler, evde yapılacak işler bir tarafta; Fatma’nın hayalleri, hedefleri diğer taraftaydı. Babasının tek kararı ile hayatı tam aksi yönde ilerleyebilirdi. Mahmut ağabeyi olmasa kim bilir neler olurdu?
Adının anons edilmesi ile daldığı düşüncelerden sıyrıldı ve elindeki fotoğraf çerçevesini masaya bıraktı ve önlüğünü giymek için ayaklandı.
“Sayın Cumhuriyet Başsavcım, vakit geldi.”
Elimden bıraktığım fotoğraf çerçevesine son bir kez daha baktım. Asık suratlı ağabeylerime, Mahmut ağabeyime, anneme, babama ve 15 yaşında, elinde okul çantasıyla gülümseyen o küçük kıza baktım. Şimdi beni görse gurur duyar, mutluluktan hüngür hüngür ağlardı. Fotoğrafa son bir kez baktı ve cübbesini sırtına geçirdi. Masada duran dosyalarla birlikte mahkeme salonuna ilerledi.
Tek bir fotoğrafla geçmişi yâd etmişti. Annesine ve babasına okumak için ne kadar çok yalvardığını hatırlıyordu. Ortaokulun zorunlu kılınması bir mucizeydi onun için. Yukarıda her kim varsa sesini duymuştu. Her şey yolunda giderken tek düşündüğü şey köyden çıkıp kendi ayakları üzerinde durmaktı ama babası yine yapmıştı yapacağını. Daha ilk seneyi yarılamışken babası bir akşam vakti Fatma’yı yanına çağırıp onu okuldan alacağını söylemişti. O akşam ne kadar çok gözyaşı dökse, yalvarsa da babası vazgeçmedi kararından. Köydeki orta yaşlı bir adama başlık parası karşılığında satacaktı kızını. Okuyup büyük işler başarmayı hayal ederken çocuk doğurup ev işi yapacaktı Fatma. Küçük kalbini korku kaplamıştı. Mahmut ağabeyi bu duruma ilk karşı çıkan kişiydi. Kardeşinin çok küçük olduğunu ve bu yaşlı adama vermenin bir delilik, hatta sapkınlık olduğunu söylemişti. Babalarına yalvarmıştı ağabeyi ama inadını kıramamıştı bir türlü.
Günler geçti, ta ki düğün günü gelene dek. Fatma, evin bir köşesinde zar zor giydirdikleri gelinliğin içinde salya sümük ağlıyordu. Annesi onun bu haline üzülürdü ama babasının korkusundan pek de bir şey belli etmezdi. O gün tam her şey bitti diye düşünürken Mahmut ağabeyi kahramanı olmuştu Fatma’nın. Yaptıkları şey deliceydi ama Fatma’nın hayatının dönüm noktası olmuştu. Onu şehre giden bir kamyonla kaçırmıştı. Ağabeyi bu planı babasıyla konuştuğu ilk gece yapmıştı. Köylülerden biri ile anlaşıp kamyonu ödünç almış ve Fatma ile şehre inmişti. Ardından onunla birlikte şehir dışına giden bir otobüse binip yeni hayatlarına bir başlangıç yapmışlardı.
İşte Fatma’nın serüveni böyle başladı. Ağabeyi onun pelerinsiz kahramanıydı. Onun sayesinde ortaokulu ve liseyi bitirdi. Hemen ardından üniversiteyi kazandı. Hukuk okumaya o gece şehir dışına kaçarlarken karar vermişti. Fatma için bu dünya çok adaletsizdi. Kız çocuklarının bir sese ihtiyacı vardı. Tıpkı ağabeyi gibi bir kahraman olmak istedi. Bu kötülüğe meydan okumak istedi. Okumak her çocuğun hakkıydı. Yaşıtları çayırda koşturup oyunlar oynarken O, bir eve hapsedilip istismar edilmemeliydi. Fatma bu yüzden adaletin ta kendisi olmak istedi. Elindeki dosyaya baktı. Genç yaşta rızası olmadan evlendirilmeye çalışılan bir çocuğun davasıydı bu. Şimdi ise elindeki bu güçle ceza kesmeye gidiyordu.
Gece 12yi geçiyor. Bu soğuk kış gününde tüten bacaları bakarak yürüyen bir kız. Aklında donmaya yakın bir insanın aklından ne geçerse tam olarak onlar geçiyor. Sıcak soba, çay, çorba, en güzeli de sıcak yatak. Koşarak evine girerken arkasından kapıyı hızla kapatıp çalışma masasına doğru koştu genç kız. Hemen elindeki kâğıdı açıp okumaya başladı.
“Yaşım 15 ama sorsalar 75 derdim. Bilmiyorum sanırım ben hiç çocuk olmadım. Yaşıtlarım gibi oyun oynamak, eğlenmek, gezmek gibi bir meziyetlerim hiç olmadı. Doğdum ve büyüdüm. Şimdi de hiç büyümemiş gibi yaşlı bir adamın kollarına atılmayı bekliyorum. Sonum ne olur ne kadar dayanırım bilmiyorum buna karşı gelecek gücüm de yok. Ama okumak istiyorum nolur bana yardım edin.”
diye bitirilmişti mektubun sonu. Gece bitmek bilmiyor Fatma gözlerini, elindeki kâğıttan hiç ayırmıyordu. Gözleri ağırlaşıyor, görüntüler gitgide bulanıklaşıyordu. Masada ağır ağır yanan kandile bakarken gölgesinin bile kendine ağır gelmeye başladığını fark etmişti.
Elindeki ceza davası dosyasını düşünüyor ne karar vereceğini bilmiyordu. Kız henüz 15 yaşına girmiş ve kendinden 20 yaş büyük birine verilmeye çalışılmıştı. Kendi kaderi gözünün önüne geldi “Ah ne yazık!” diye düşünmeye başladı. Ah bu coğrafya “Kızların kaderini babaları yazar bu coğrafyada.“ diye düşündü. “Bu düşünceler ne zaman son bulur? Ne kadar ceza verilirse verilsin bir gün tüm bunlar son bulur mu?” diye düşünmeye başladı. Yazgımızın bizim elimizde olmaması ne gülünç.
Genç kız uykunun ruhunu ele geçirmesine izin verdi. Yanan alevler odanın her bir köşesini kuşatırken kucağında uyuyan Miskin bilmem kaçıncı rüyasını görüyordu.
Gece Fatma için bitmek bilmiyor, düşünceleri kafasını meşgul etmeye devam ediyordu. Genç kızın mektubu, elindeki ceza davası dosyası ve kendi geçmişi arasında gidip geliyordu zihni. Çocuk yaşta kendinden büyük biriyle evlendirilmek istenen bir başka kız çocuğu… Fatma için bu dava, kendi hayatının bir yansımasıydı.
Ancak Fatma, Mahmut ağabeyi sayesinde o karanlık kaderden kurtulmuştu. Şimdi onun için başka bir kız çocuğunu kurtarma vaktiydi. Bu düşüncelerle uykuya daldı. Sabah olduğunda içi umutla doluydu, güneşin ilk ışıklarıyla birlikte uyanmıştı. O gün mahkemeye gitmek için cübbesini giydiğinde, aynadaki yansımasına bakıp kararlı bir ifade takındı. Bugün, bir başka kız çocuğunun kaderini değiştirecekti.
Mahkeme salonu doluydu, herkes nefesini tutmuş, Fatma’nın kararını bekliyordu. Dosyayı açıp delilleri gözden geçirdi. Genç kızın çaresizliği, kendi gençliğinin aynasıydı. Fatma kararını verdi: “Sanık, çocuk yaşta birini evlendirme girişiminden dolayı en ağır cezayı alacaktır. Ayrıca, mağdurun eğitimine devam etmesi için devletin tüm imkânları seferber edilecektir.”
Salondaki herkes bu kararı büyük bir dikkatle dinledi. Fatma’nın kararı, köydeki insanların zihninde bir değişiklik başlatacaktı. Kız çocuklarının da birer birey olduğu ve onların da eğitim hakkı olduğu mesajı, kulaktan kulağa yayılacaktı. Fatma, içindeki heyecan ve gururla mahkeme salonundan çıktı.
Dışarıda onu bekleyen Mahmut ağabeyiyle karşılaştı. Mahmut, kardeşinin gözlerindeki kararlılığı ve cesareti görünce ona sarıldı. “Seninle gurur duyuyorum Fatma!” dedi. “Sen gerçekten de bu köyün ve belki de tüm kız çocuklarının umudu oldun.”
Fatma, ağabeyine sarılırken gözlerinden akan yaşları saklamadı. “Senin sayende, Mahmut ağabey. Sen olmasaydın ben de okuyamazdım. Şimdi ise başkalarına umut olabilmek için buradayım.”
Günler geçtikçe Fatma’nın kararı, köyde ve çevrede büyük yankı uyandırdı. Kız çocuklarının okula gitmesi artık bir zorunluluk değil, bir hak olarak görülmeye başladı. Babalar, kızlarının eğitimine daha fazla önem vermeye başladılar. Fatma’nın azmi ve kararlılığı, birçok kız çocuğunun hayatını değiştirdi.
Yıllar geçti, Fatma’nın ismi artık bir efsane gibi anılmaya başlandı. Köydeki kız çocukları, onun adını anarak büyüyor, onun gibi olmak istiyorlardı. Fatma, köyüne sık sık ziyaretler yapıyor, oradaki kız çocuklarıyla buluşuyor, onlara ilham veriyordu. Her defasında, Mahmut ağabeyiyle birlikte köyün dar yollarında yürüyüp, geçmişi hatırlıyor ve geleceğe umutla bakıyordu.
Fatma, bir gün yine köydeydi. Elinde bir kitap, köyün genç kızlarına okuma saatleri düzenliyordu. Onlara bilgiye olan açlığını, merakını ve azmini anlatıyordu. Kızlar, hayranlıkla onu dinliyor, onun yolunda ilerlemek için söz veriyorlardı. Fatma, köyün meydanında gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Artık biliyordu ki, hayatta en büyük başarı, başkalarının hayatına dokunabilmekti.
Mahmut ağabeyi yanına geldi ve sessizce onun yanında durdu. “Ne düşünüyorsun, Fatma?” diye sordu. Fatma, gözlerini açarak gülümsedi. “Hayallerim gerçek oldu, Mahmut ağabey. Artık kız çocukları için bir umut ışığıyım. Ve senin sayende, bu ışık hiç sönmeyecek.”
Gün batarken, köydeki çocuklar, kadınlar ve erkekler, Fatma ve Mahmut’un etrafında toplandı. Hep birlikte geleceğe umutla bakarak, hayatın onlara sunduğu her anın kıymetini bilerek yaşadılar. Çünkü artık biliyorlardı ki, hiçbir kader, insanın azmi ve kararlılığı karşısında değişmez kalamazdı ve Fatma’nın hikayesi, bunu en güzel şekilde kanıtlıyordu.
NOT: BU HİKAYE KOR DERGİ YAZARLARI TARAFINDAN ORTAKLAŞA YAZILMIŞTIR.
KATILIMCILAR:
ŞÜKRAN ATAY
SİDAR MİRAN
MERVE DUDU AKTAŞ
MERVE YILMAZ
FUNDA İŞSİZ
ASUMAN PARLAR
HANİFE ŞİŞMAN
MUSTAFA ERDURMUŞ