ÖLÜM
Savruldu tüm hayatlar. Kayboldu huzur, sevinç, mutluluk. Ayrılmaz oldu yanımızdan keder, hüzün, acı. Ayrılık kondu evlerin damına. Bir bir aldı kondukları damın evlerinden ansızın hayatları. Gidenlere üzülecek zaman olmadı. Hayatta kalanların acısının yanında gidenler gidildiği gibi unutuldu. Geri kalanların gözlerindeki çaresizlik, yitirilmiş ümitler uzaktan bile okunur olmuştu. Hüzün bir sis bulutu misali çökmüştü tüm evlerin üzerine. Yağmur yağmıyordu, akıtılan gözyaşları yetiyordu…
Evlerin bacası tütmüyordu. Kapılar kilitli, camlara örtülmüş kara perdeler. Evlerin kapısını keder çalıyordu. Duvarlara sinmiş yalnızlık. İçerde bir sofa, iki sandalye ve bir masa… Masanın üzerinde tozlanmış, içi örümcek ağı tutmuş bir vazo, tabağın içinde erimiş bir mum ve boş kibrit kutusu duruyor öylece. Ev tek oda ama yine kayboluyor insan o karanlık odada. Evler sallanmaya başlıyor aniden. Kimse çıkmıyor dışarı. Ölümü bekliyor herkes sessiz sedasız. Gitmeyi bekliyorlar. Bir gün damlarına ayrılığın konacağını ve onları da alıp götüreceğini hayal ediyorlar bir tek. Bilmiyorlar ki ruh onlardan çoktan ayrılmış. Onlar sadece içi boş kalmış bedenleri sürüklüyorlar…
Kalbim acıyor, ruhum daralıyor. Kelimeler çıkmıyor ağzımdan. Ayaklarım tutmuyor. Yıkılmamak için tuttuğum dal kırılıveriyor. Yere, tozun toprağın içine düşüyorum sonra ve ruh ayrılıyor bedenden. Bunu gören ayrılık kanadını açmış uçuyor yanıma. Alıp götürürken beni bir çığlık kopuyor sessizliğin içinden ve kapanıyor gözlerim usul usul…