RÜYA
Boğazındaki acıyla bir anda uyandı. Öyle yüksek sesle bağırmıştı ki yüzündeki damarlar net bir şekilde görünüyordu. Gözlerindeki korku ifadesi asla kaybolmayacak gibiydi. Saç diplerinden yüzüne terler akıyordu. Elleri terli, yastığı ıslaktı. Birkaç saniye sabit bir noktaya takıldı gözleri “Ben neredeyim? Burası neresi?” diye söylendi. Nihayet bir kâbus gördüğünü anladı. Yüzü az öncekinin aksine bir rahatlık ve sükûnete büründü. “Çok şükür, sadece kâbus” diye söylendi. Yatağından sakince kalktı, terliklerini giydi, mutfağa doğru miskin adımlarla ilerledi. Hayret, her sabah ocağın üstünde dumanı tüten çay yoktu bu sabah. “Annem uyuyakaldı galiba” diye düşündü. Dili damağı kurumuştu adeta. Masanın üstünde duran sarı çiçekli sürahiden bir bardak su içti, ne de lezzetli bir suydu bu. Kana kana içti, içti ama susuzluğu bir türlü geçmedi. Akşam annemin yaptığı o nefis kısırdan fazla mı kaçırdım diye düşünürken dışarıda ıslık çalan rüzgârın sesini duydu. Bir anda kendisini pencerenin önünde buldu. Bahçedeki ağaçların rüzgârda salınmasını seyretmeye doyamazdı. Ne çok severdi salınan ağaçları izlerken hayal kurmayı. İşte ağaçlar kol kola vermiş dans ediyorlardı yine. Hayran hayran seyre koyuldu. Islık melodisiyle dans eden ağaçlar, sallandıkça dökülen sarı, kahverengi, kırmızı yapraklar… Yaprak yağmurunun altında olmak vardı şimdi. İçi kıpır kıpırdı artık. Başını yukarı kaldırdı bulutları gördü. Bulutlar da adeta kafa kafaya vermiş yağmur yağdırma planları yapıyorlardı. Uzakta görünen tarlalar bu kararın sonucunu sabırsızlıkla bekliyorlardı sanki. Tarlalarda çalışan yorgun ama neşeli, umut dolu insanları aradı gözleri, fakat onları göremedi. “Herhalde çapa yapmaktan yorgun düşüp bir ağacın altına sofra bezini çoktan sermişlerdir. Şimdi mis gibi köy ekmeğinin yanında tereyağı, zeytin ve domates yiyorlardır. ” diye düşündü. Zeytinin kokusunu almıştı bile. Burnunun direği sızladı, gözünde iki damla yaş beliriverdi. Bu özlem hissi pek de hoşuna gitmedi. Tekrar gözünü dans eden ağaçlara çevirdi. O da ne, ağaçların altındaki banklarda oturan insanlar da yok bugün. Az önce baktığında bu sessizlik dikkatini çekmemişti, hayallerinin esaretinden kurtulmaya başlamıştı belli ki. Şu anda aşağıda telaş içinde koşuşturan, ağaç altında dinlenip simit yiyen, zaman zaman sesini yükselten insanlar olması gerekirdi. Annelerini çekiştirip bir şeyler isteyen çocukların mızırdama, ağlama sesleri de yoktu. Bir canlılık emaresi aradı gözleri. Hiçbiri yok. İçini bir korku sardı, kalbi hızla çarpmaya başladı. Hemen sol tarafa baktı. Kafede oturan birileri vardır muhakkak. Kafenin çatısındaki kiremitlerin üstüne konmuş birkaç güvercin ve kargadan başka herhangi bir canlı görünmüyordu. Onu ne zaman pencerede görse selam veren simitçi de ortada yoktu. Neler oluyor, insanlar nerede, ben uyurken bir şey mi oldu acaba? Nasıl duymadım, nasıl haberim olmadı? Beni bırakıp gitmiş olamazlar. Hayır, hayır olamaz. Bir anda annesi geliverdi aklına. Herkes bıraksa annem bırakmaz beni. Pencereden uzaklaştı, hızla üst kata yöneldi. Merdivenleri ikişer ikişer çıkıyor bir yandan da ” Anne anne nerdesin? Annem nerdesin? Beni bırakmadın değil mi annem? ” diye haykırıyordu. Sonunda sesi kısıldı, boğazını tırmalayan bir acı hissetti ve uyandı. Kıyafetleri, yastığı her şeyi terden ıslanmıştı. Gördüğü rüyanın tesiriyle titriyordu. Annesini kaybettiğinden beri bir hastane odasında onu bekliyordu.