MENDİL
Beni cebinden çıkarıp tahta zemine serdi. Off, yine o ses: “Mendil ve tırnak kontrolü zamanı çocuklar. Tırnakları ve mendilleri görelim bakalım.” Bıktım, her hafta aynı şeyleri yaşamaktan, aynı sözleri duymaktan. Bu çocuğa da acıyorum. Ben bile sıkılıyorum bu tekdüze hayattan. Bu çocuk nasıl dayanıyor buna? Ben her hafta yıkanıp temiz olmak zorunda mıyım? Üstümden geçen kızgın demire ne demeli? Neden kırış kırış olmaya hakkım yok? Katlanıp cebe konma vakti geldi yine. Karanlık bir cepte vakit geçirmek de çok sıkıcı. Nihayet teneffüs zili çaldı.
“Levent, haydi gel top oynayalım. Esat bizi bekliyor. Bizim takımı toplamış. Acele edelim.”
“Oo harika haber bu! Arka bahçede mi oynayacağız? Hangi öğretmen nöbetçi acaba? Mehmet Hoca olmasın sakın! Rahat oynayamayız yoksa.”
“Bilmiyorum ki. Gidince göreceğiz. Takma, boş ver. İdare ederiz.”
Cebin içinde sıkışıp kaldım. Teneffüs sesiyle beraber koşturma başladı. Levent koştukça benim de başım dönüyor. Off, bari aydınlık bir yerde olsaydım. Ne çok bağırıyor bu çocuklar. Ben bu kadar gürültüyü kaldıramıyorum artık. Sanırım yaşlandım, rengim de soldu zaten. Halbuki bir zamanlar ne kadar parlaktı kenarımdaki mavi, sarı, yeşil şeritler. Şimdi soldu, hatta sarı olan neredeyse hiç görünmüyor. Gözleri iyi görmeyen biri renkleri bile fark edemez. Sahi, ben ne zamandır Levent’in cebinde yaşıyorum acaba? Başka yerlere gidebilseydim ömrümün son zamanlarında bari. Kenarlarımda hafif sökülmeler de başladı, biraz da inceldim. Sonum hiç iyi görünmüyor. Yakında kendimi bir çöpte bulabilirim. Düşündüm de, cepte olmak çöpte olmaktan iyi yine de.
“Goool! İşte bu, nasıl attım ama golü?”
Bu Esat’ın sesi. Bu çocuk nasıl bir şey? Hep cepte olduğum için göremiyorum onu. Sesinin çok çıktığı kesin. Allah’tan Levent’in sesi bu kadar çıkmıyor. Yoksa ne yapardım? Off, nerede şu nöbetçi öğretmen? Gürültüden başım ağrıdı. Kurtarıcı zil ne zaman çalacak acaba?
Yaşasın, zil sesi! Levent koşmaya başladı yine. Bu defa bahçeden sınıfa doğru. Çok hızlı koşuyor olmalı, daha fazla hareket ediyorum. Daha önce olmadığı kadar çok hareket ediyor. Neler oluyor? Güneşi görmeye başladım, aydınlık olmaya başladı. Cep aydınlık bir yer değil ki. Parlaklık artıyor giderek. Bir soğukluk hissediyorum. Cep sıcacıktır aslında. Cepten ayrılıyor muyum yoksa? Aman Allah’ım bu da ne! Düşüyorum galiba. Olamaz, ne yapacağım şimdi? Levent! Levent! Beni düşürme, ne olur? Keşke sesimi duysa. Cebinin dışında sallanmaya başladım bile. Keşke cepten ayrılmayı istemeseydim. Şimdi çok pişmanım. Düşersem ne yaparım? Ya yerde çamur varsa, kahverengi olurum toprak gibi. Kimse göremez beni. Ayaklar altında ezilir, çürür giderim. Nasıl düşünemedim bu sonu? Temiz olmaktan bile şikayet ettim. Halbuki az sonra düşüp ayaklar altında kalacağım. Belki Levent, beni düşürdüğünü anlayınca çok üzülecek. Belki annesi, “Niye dikkat etmedin oğlum, niye düşürdün?” diyecek. Belki de beni bir kedi bulacak, koklayarak ne olduğumu anlamaya çalışacak. Belki de üstüme basmadan önce biri beni görecek, cebine atacak, evine götürecek ya da pis kokulu çöpe fırlatacak. Ah, ne olacak şimdi, ne olacak?
“Levent, oğlum, cebinden mendilin düşüyor. Biraz yavaş koş da sen de düşme, mendilin de düşmesin.”
Mehmet Hoca’nın sesi bu. İmdadıma yetişti, kurtuldum sonunda.
“Teşekkür ederim öğretmenim. Bu mendilimi çok seviyorum. Dedemin bayram hediyesiydi bana. Kaybetseydim çok üzülürdüm. Çok değerli benim için, yanımdan ayırmıyorum o yüzden.”
Aa evet, Levent söyleyince hatırladım. Ne güzel bir gündü. Benim gibi başka mendil kardeşlerimle birlikte bayramda çocuklara hediye edilmiştik. Mustafa dedesi hediye etmişti beni. Hatta yanımda bir kağıt da hediye etmişti. Şeker de vardı. Levent beni görünce değil de onları görünce daha çok mutlu olmuştu. Özellikle kağıdı kıskanmıştım doğrusu. Onu her gören çocuk kanatlanıyordu sanki. O kağıt sonra düdük şekerine, çikolataya dönüştü. Cepte kalmadı yani. Cepte kalan ben oldum. Hey gidi! Levent için o günün hatırasıyım demek. Değer görmek ne güzel şeymiş, iyi ki düşmeden Mehmet Hoca gördü beni. Düşme riskim olmasaydı, Levent için olan değerimi de öğrenemeyecektim. Çok mutluyum. Eskidiğimde ne olacak diye düşünmeyeceğim artık. Levent bu kadar değer veriyorsa bir çözüm bulur elbet. Belki de kitabının arasında saklar beni, sakladığı kartlar gibi. Ara sıra kitabını açıp bana bakar, anılara dalar. Kim bilir? Acaba diğer mendiller hangi ceplerde, hangi anıların içinde yer buldular kendilerine, demekten de alamıyorum kendimi.