İÇİMİN SESSİZ DEFTERİ

Bazı kelimeler konuşulmaz.
Bazı duygular söze gelmez.
İnsan bazen susar. Susmak, anlatmaktan daha çok şey söyler. Belki de kelimelerin yetersizliğine inandığı için değil; kelimelerin inceliği, insan ruhunun kırılganlığına dokunmaya cesaret edemediği için.
Büyüdükçe anlıyor insan, sesin değil sessizliğin daha ağır bastığını. Bir bakış, bir duruş, bir omuz silkişi… O kadar çok şeyi anlatır ki. Sözcükler araya girince bir şeyler eksilir sanki. Kırılır. Eksik kalır. Zaten insan en çok, en dolu olduğu zamanlarda susar.
Benim için de öyleydi.
Çocukken biriktirdiğim cümleler, büyüdükçe sessizliklere dönüştü. O eski defterlerde yarım kalan hikâyeler, içimden taşan bir sesin arada kaybolmuş izleri gibi şimdi. Ve anlıyorum: insan, yazmaya susarak başlar. Kelimeler, en çok sustuğun zamanlarda içten içe filizlenir. Yazı, sessizliğin çocuğudur.
Bazı akşamlar oluyor, gün tam geceye kavuşurken, balkonun kenarında duruyorum. Gökyüzüne bakıyorum. O derin maviliğe. Şehir yavaş yavaş sesini kaybediyor, kalbim de.
İşte o anlarda, her şey sustuğunda, içimde bir cümle çiçek açıyor:
“Ve her şeyin ötesinde, insanın kendine kaldığı yer var.”
O yer, kelimelerin artık hükmünün geçmediği, sadece hissin, sadece varoluşun yankılandığı bir yer.
Belki de hayatın sezdirdiği o ince hüzün, tam da burada başlıyor:
Sesin bittiği, kalbin başladığı yerde.