USTURA AĞZINDA
Bir ilkbahar akşamında kalmıştım sanki
O gece ne sabah olmayı biliyor
Ne de güneş doğmayı hatırlıyordu
Ufak ufak yağmur yağıyordu
Gökyüzü bahtımdan karaydı
İçimde şimşekler çakıyordu
Bir dipsiz kuyudaymışım gibi hissediyordum
Sanki ilkbahar gecesi değil de
Bir kış akşamıydı
Ufaktan bir kandil yakılmıştı güneyde
Ölüm ilk defa bu kadar güzel geliyordu
Bir mezarlıkta olmak daha rahat hissettiriyordu
Belime batan ranzanın yaylarından…
Yazın kurağında
Öğle saatlerinde
Çalışan bir tütün işçisiydim sanki
Yokluğunun sıcaklığıından tenime terler dökülüyordu
İçimde cayır cayır yanan bir alev vardı
İşte o zaman anlamıştım insan oğlunun nankör olduğunu
İşte o zaman anlamıştım güneşin bu kadar yaktığını
Çölde bir damla su misaliydim
Sonbaharda güneşin ışıltısı gibi parlıyordum
Kışın kar tanesiydim
Sahi bir yolcu bir istasyonu anca bu kadar etkileyebilirdi
Öyle yabancıydım ki kendime
İsmimi bile hatırlamak zor geliyordu bana
Her adımını sayarken
Yine güneş erken batmıştı
Karanlık eskisinden erken sarmıştı içimi
Yollar önümde dilim dilim kesilmişti
Her adımımda ayrı bir acı sarıyordu içimi
Ayaklarımın altına bir sıra çivi dizilmişti
İçimde öylesine yokluk vardı ki
İçime doğru yok oluyordum sanki
Sokak köpeklerinin iniltisi
Kulağımdan içeriye bir sızı gibi işliyordu
Unutmak istediğim şeyler ile beraber yok olmak istiyordum
Umarsızca ve sonsuzca…