Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Afyon 26°C
Çok Bulutlu
Afyon
26°C
Çok Bulutlu
Paz 24°C
Pts 24°C
Sal 28°C
Çar 26°C

SESSİZLİĞİN YANKISI

SESSİZLİĞİN YANKISI
19 Eylül 2024 21:07 | Son Güncellenme: 19 Eylül 2024 23:57
155
A+
A-

Soğuk bir güz akşamıydı. Rüzgâr, dışarıdaki ağaçların dallarını hırpalıyor, yapraklar kuru bir fısıltıyla yerlere savruluyordu. İçi ağır bir küf ve nem kokusuyla dolu olan eski konakta, bu mevsimdeki sessizlik her zamankinden daha ürkütücüydü. Gözlerim raflarda dizili eski kitaplar arasında dolanırken, evin derinlerinden gelen belirsiz bir ses işittim. Ne olduğuna tam anlam veremediğim bu ses, sanki duvarların arasına sıkışmış bir ruhun fısıltıları gibiydi.

İlk başta, kendi aklımın bana oyun oynadığını düşündüm. Sonuçta bu köhne yapı, neredeyse iki yüzyıllık geçmişiyle her türlü gıcırtı ve çatırtıya alışıktı. Ama o gece, bu fısıltılar diğerlerinden farklıydı. Her geçen an daha belirgin hale geliyor, adeta evin ruhuyla konuşuyordu. Uykusuz geçen bir gecenin ardından, sabaha doğru içimde bir kararlılık belirdi. Evin derinliklerine inmeli, bu garip seslerin kaynağını bulmalıydım.

Elimdeki titrek mum ışığı eşliğinde, tahta basamaklardan aşağı inmeye başladım. Her adımda bastığım tahtaların çıkardığı inlemeler, gecenin sessizliğinde yankılanıyordu. Merdivenlerin sonunda, konağın neredeyse unutulmuş bodrumuna vardım. Burası, hiçbir zaman kullanılmamış, karanlık bir mahzen gibiydi. Her köşesi örümcek ağlarıyla kaplıydı ve uzun zamandır açılmamış kapıların ardında ne saklandığına dair tek bir ipucu bile yoktu.

Tam o sırada, duvarların arasından yükselen o eski, ezgili fısıltıyı tekrar duydum. Bu kez çok daha yakındı, neredeyse kulağımın dibindeydi. Ellerimle soğuk taş duvarları yokladım. Bir taşın hafifçe yerinden oynadığını hissettim. İçimde beliren o tarifsiz korkuyla taşı ittim ve ardında karanlık bir boşluk belirdi. İlk başta sadece karanlık gördüm, ama kısa bir an sonra, gözlerim bu boşluğa alıştığında, karşımda dehşet verici bir manzara belirdi.

Duvarın arkasında, taştan bir nişin içinde, bir çift göz bana bakıyordu. Ne bir insanın ne de hayvanın gözleri gibiydi bu. Gözler, sanki bir başka dünyaya ait, bu evin karanlık geçmişinden doğmuştu. Zamanın ötesinden bakan, sessizliğin içinden yükselen o gözler…

Bir adım geri çekildim. Kalbim göğsümde çarpıyor, nefesim kesiliyordu. Ama o gözler, peşimi bırakmadı. Gözler kırpıştı. Ve bir ses, derinlerden, duvarların arasından yankılandı:

“Biz, unutulanların yankısıyız. Bu taşların, bu duvarların içinde saklıyız. Yüzyıllardır buradayız… Kimse bizi duymadı. Ta ki sen gelene dek…”

Fısıltı, evin her köşesine, her taşına yayılıyor gibiydi. O an, konağın sadece bir yapı değil, bir ruh taşıdığını anladım. Bu konak, içinde hapsedilenlerle birlikte yaşıyor ve fısıldıyordu. Geçmişin ağırlığı, beni taşların arasında ezip yok edecekmiş gibi üzerime çökmeye başladı. Oradan hemen kaçmalıydım, ama ayaklarım hareket etmiyordu. Sanki görünmez zincirlerle bu yere bağlanmıştım.

Son bir çabayla mumumu söndürdüm ve kendimi karanlığın kollarına bıraktım. Sessizlik, bana sarıldı. Artık ben de o fısıltıların bir parçasıydım…

Karanlığın içinde yalnız değildim. Sessizlik her ne kadar bir battaniye gibi üzerime çökmüş olsa da etrafımdaki görünmeyen varlıkların nefesi neredeyse tenimdeydi. Artık ne zamanın ne de mekânın bir anlamı vardı. Sanki o an, yüzyılların birikimiyle dolup taşan bir sonsuzluğa sürükleniyordu.

Bir an için gözlerim tekrar açıldı. O taş duvarların ardındaki gözler şimdi tüm mahzeni dolduruyordu. Karanlığın içinden sıyrılan ince gölgeler yavaşça etrafımda dolaşmaya başladı. Her biri farklı bir hikâyenin, unutulmuş bir yaşamın yankısıydı. Birbirlerine fısıldıyor, sanki kadim bir sırrı paylaşır gibi kısık seslerle konuşuyorlardı. Bu sırrın ne olduğunu bilmiyordum ama tüm varlığımı etkisi altına almıştı.

“Geri dönüş yok…” dedi içlerinden biri, sesi rüzgârın bir uğultusu kadar hafifti. “Bir kez duydun mu, bir daha sessizliğe dönemezsin…”

Adımlarım geri çekilmek istedi ama bedenim iradesizdi. Kollarımda ve bacaklarımda hissettiğim ağırlık giderek artıyordu. O an anladım ki bu yer, beni de geçmişin bir parçası yapacaktı. Geçmişin yankısı, bir zamanlar unutulan bir hikâyenin figürü haline gelecektim.

Gözlerim tekrar o karanlık nişin içinde beliren gözlerle buluştu. Bu kez daha derin, daha tanıdık bir bakış vardı. Kendi gözlerim mi? Zamanın ötesinde, belki de bir hayalet gibi gezinen varlığımın yankısı mıydı bu? Soru, cevap bulamadan karanlığa gömüldü.

Adımlarım beni ileriye doğru çekti. Sanki kendimden bağımsız, başka bir iradenin kontrolündeydim. Elim tekrar taşın üzerine dokundu ve bu kez bir kapı gibi açıldı duvar. Ardında, hiçbir insana ait olmayan bir dünyanın manzarası uzanıyordu.

Zamansızlık, sessizlik ve gölgelerin hüküm sürdüğü bu dünyaya adımımı attım. Her şey bir sis perdesinin ardındaydı, her detay flu ve belirsizdi. Ama bir şey çok netti: Artık bu dünyaya aittim.

 

 

KOR DERGİ KURUCUSU, OKUR-YAZAR.
YORUMLAR

  1. Funda IŞSİZ dedi ki:

    Gizemli sonuyla bir ‘devamı var’ hissi uyandırıyor betimlemeleriniz başarılı kaleminize sağlık…