NE İSTEDİĞİMİZE DAİR
Hayatta her şeyin mümkün olabileceği gerçeği var ya hani. Bunu lafta çok söyleriz ama anlamıyoruz esasında. Ya da söyleye söyleye olayın gerçekliğinden uzaklaşıyoruz. Kim bilir belki biraz da işimize geliyor. Kimi zamanda gerçeklerle uğraşmak, yaşamaktan daha zor geliyor. Bu yüzden her şeyin mümkün olma ihtimallerini tek bir cümleye sığdırıp, düşünemeyen ve anlamlandırmak istemediğimiz yaşam tarzına geri dönüyoruz. Suçlu muyuz peki bunu yaparken? Suçluluk hissediyor muyuz? Buralara hiç girmiyoruz bile. Çünkü kendimize soru sormaktan korkuyoruz. Belki de verilecek cevapların, canımızı yakmasından korkuyoruz. Ya da devamlılık arz eden basit yaşantıdan çıkmaktan çekiniyoruz. Zihnimizdeki kabukları kırmıyoruz. Daha çok sağlamlaştırma gayesinden başka bir şey düşünmüyoruz çoğu zaman. Karşılaştığımız her olayın eğrisini doğrusunu düşünmeden hareket ediyoruz. Her şey bizler için diyoruz ama bundan da oldukça uzağız. Tahammül seviyelerimiz düşüşte.
Hayatta insanın başına her şey gelebilir diyoruz her zaman. Evet, gelebilir. Eeee? Gelebilir de, nasıl gidebilir? Hiç bunu düşünmüyoruz. Çok düz, çok standart ve çok olağan bakıyoruz her şeye. Yaşamıyoruz. Yaşamanın sadece mutlu olmakla var olacağına inanıyoruz. Ama işler hiç de böyle değil. Mutluluk konusunu da göklere çıkardıkça çıkarıyoruz. Sorsan hepimiz küçük şeylerden çok mutlu oluyoruz. Evet ama aynı zamanda küçük pürüzlerde de dünyanın en dertli, en üzgün insanı oluveriyoruz bir anda. Mutlu olmakla çok ilgilendiğimiz için mi nedendir bilinmez geri kalan her şeye lüzumsuz gözüyle bakıyoruz. İnsan sadece hayata mutlu olmaya mı gelmiş olabilir diye hiç sorduğumuz yok. Ekmek gibi, su gibi, hava gibi görüyoruz şu tek kelimeyi. Halbuki mutsuzluk olmasaydı eğer, mutluluk olur muydu? Hayatta her şey zıddıyla beraber yok mu? Siyah neden var mesela? Beyaz neden var? Kadın neden var? Erkek neden? İyi ve kötü neden var? Eğer zıtlık kavramı olmasaydı, mutluluk dediğimiz şey pek de işe yaramazdı. Var olamazdı çünkü.
Mutsuzluktan kaçtığımız kadar, mutlu olmaktan da kaçabilmeliyiz. Her gün mutlu olmak imkânsızdır. Bunu herkes bilir. Ama ısrarla her yeni güne bugün mutlu olmalıyım algısıyla başlar olduk. Bal yiyen baldan usanırmış ya. Biz her gün mutlu olabilseydik eğer, bundan da günün birinde bıkardık. Halbuki mutsuzluk da mutlu olabilmek kadar önemlidir. Mutsuzluk insanın ufkunu açabilir, yeni şeyler üretmesine vesile olabilir. Ondan yararlanmasını bilen insan için farklı duyguları beraberinde getirebilir. Mutsuzluk, insanı daha çok düşünmeye daha çok sorgulamaya teşvik eder. Mutsuz olmamıza neden olan sorun, sıkıntı her ne varsa bunlardan kurtulabilmek için biri bir çıkış yolu aramaya iter bizi. Olgunlaştırır. Dinç tutar. Zamanla bakarız ki, aslında mutsuzluklar bizim tecrübelerimiz olmuş. Ve mutluluk binasının temellerini ancak bu şekilde atabilmişiz. Her bir tuğlayı sağlam bir şekilde yerleştirebilmek için, harcına mutsuzluk katmışız. Şarkıda da dediği gibi ‘harcına göz yaşı döktüm, daha da sağlam olsun diye’…
İnsanoğlu, hissettiği duyguları unutmayan bir canlı. Zaman her ne kadar diri tutmasa da, güzel ya da kötü ne varsa, üzerinden geçtikçe mutlak suretle çoğu şey azalıp, yok olma eğilimine gidiyor. Bizlere sadece hissettiklerimiz ve bu durumlardan çıkardıklarımız kalıyor. Şanslı olanlarımız üzerine koyarak ilerlerken, kendini şanssız görenler zaten içinden çıkılmaz bu hayatı kendilerine çıkmaz sokak gibi görüyor. Duvarları görmek de onları yıkmak da bizim elimizde oysa ki. Hayattaki duvarlardan daha çok bizi yoran şey ise, kalbimizdeki ve aklımızdaki duvarlardan bir türlü kurtulamamaktır. Bunun en güzel yoluysa insanın gerçekten ne istediğini bilmesi ve ne olmayı istediğiyle alâkalıdır.