HALININ ALTI – 1. BÖLÜM
Annem ve babam evdeki işe yaramayan demir parçalarını hurdacıya verip eski, garip desenli bir halı almışlardı. Tam salonun ortasına koydukları halı cuk oturmuştu. Kimseye söylemeyin ama koltuğun tepesine çıkıp sanki ben bir devmişim de halıdaki küçük şehri istila ediyormuşum gibi oyun oynamayı çok severim. Tabi bunun için koltuğun tepesine çıkıp halıya atlamam gerekli ki halı şehrindeki küçük insanları yeterince korkutabileyim. Bir keresinde bu yüzden ayak bileğimi burkmuştum ve bir hafta üstüne basamamıştım. Bu yüzden bunu yaptığımı kimseye söylemeyin diyorum.
Annem ve babam salondan çıkar çıkmaz koltuğun üzerine geçtim ve garip gurup desenleri olan halıya baktım. Ne ilginç bir halıydı böyle, sanki gerçekten oradan oraya yürüyen ellerinde bir şeyler taşıyan insanlar vardı halının üzerinde.
Çekilinnn ben geliyoruuummmm. Atladım. Ama umduğum gibi olmadı. Hiçbir yere düşmedim. Hala koltuktayım, Nasıl oldu bu?
Biraz korktuğum için anne ve babamın yanına gitmek istedim.
-Anneeeee, babaaaaa, beni duyabiliyor musunuz?
Salondan çıktım, evin bütün odalarını dolaştım. Ancak hiçbir yerde ne annemi ne babamı bulamadım. Yan komşum Kadriye’nin yanına gidip ona sorayım. Belki annemler bana haber vermeden onların eve misafirliğe gitmişlerdir.
Balkon kapısından sokağa açılan bir kapımız var. O kapıdan çıktım. Ancak keşke çıkmasaydım. Gördüklerim karşısında o kadar şaşkınım ki ilk şoku atlatır atlatmaz hüngür hüngür ağlayacağım korkudan.
Aslında pek korkak biri değilim gerçekten. Elimle örümceğe dokunabilirim mesela. Ama işte, bu öyle bir şey değil ki.
Kapıdan çıktım. Ama ne Kadriyelerin ev, ne de diğer evler, sokak hiçbiri eskisi gibi değildi. Yerlerinde yeller esiyordu. Üstelik kapının önündeki bisikletim de yoktu. Neyse buna sonra üzüleceğim.
Hemen içeri girdim. Evin için dolaştım. Evet her şey aynıydı. Ancak evin dışı bambaşkaydı. Sanki Oz Büyücüsü hikayesindeki gibi bir fırtına gelip evimizi uçurmuştu. Ya da Alice Harikalar Diyarında ki gibi tavşan deliğine düşmüştüm. Ne olduğunu bilmiyorum ama bu beni o kadar korkuttu ki yaklaşık iki saat ağladım.
Ama ağlamamın bir faydası yoktu. Kalkıp buradan nasıl kurtulacağımı bulmalıydım. En son halıya atlamaya çalışıyordum. Demek ki bu olayın halıyla ilgisi olmalıydı. Yani en azından en güçlü tahminim buydu şu anda. Halının yanına gittim. Halıyı inceledim. Normal, desenli, eski bir halıydı. İyice yaklaştım. Gözlerimi iyice yaklaştırdım. Dümdüz halıydı işte.
Karnım acıkmaya başladı. Kalkıp mutfağa gittim. Tok karınla daha mantıklı düşünebilirdim.
Dolabı açtım. Buz dolabında kocaman bir farenin bana bakarak kaşar peynirimizi kemirdiğini görmeseydim ne güzel olurdu. Ama gördüm. Resmen kedi boyutundaki fare elleri arasında tuttuğu kaşar peyniri, ekmek bile olmadan iştahla yiyordu.
Üstelik ben dolabı açınca ürkmemişti bile. Evimizin başka diyarlara uçmuş olduğu gerçeği sayesinde bu tuhaflığı metanetle karşılayabilmiştim. Oysa normal zamanda olsa annem çoktan çığlığı basmış, polis itfaye ambulans her şeyi aramış olurdu. Üstelik koca buzdolabı da kendini çöpte bulurdu.
-Bir şey alacak mısın yoksa düşünmeye devam mı edeceksin?
Bu soruyu bana buzdolabındaki fare sormuş olamazdı değil mi. Hayır hayır muhtemelen bu soruyu bana kantinci Hüseyin Amca sormuştu da matematik dersinden bulanan beynim yüzünden halisünasyon görüyordum. Kendimi çimdikledim. Ama yok, değişen hiçbir şey olmadığı gibi farenin sıkılgan bir of çektiğine de şahit oldum.
-Ba bana mı dediniz?
-Senden başka biri var mı?
Hangisi daha kırıcıydı bilmiyorum, evde gerçekten benden başka kimsenin olmaması mı yoksa bir farenin benimle dalga geçiyor oluşu mu.
-Çok açım.
Önce karnımı doyurup sonra fareyle iyi geçinerek buradan kurtulabileceğimi düşündüm.
Fare bana acımış olacak ki oturduğu raftan biraz kenara kaydı ve eliyle dolabı gösterdi. Zeytin ezmeli sandviçimi aldım. Yarın okula götürebileyim diye annem hazırlamıştı. Yerken biraz gözlerim dolsa da karnım doyduktan sonra kendime geldim ve fareye yöneldim.
Fare neredeyse uyukluyordu. Peynir ağırlık yapmıştı herhalde. Benim ona dik dik baktığımı görünce toparlandı. Boğazını temizledi ve dolaptan aşağıya indi. Dolabın kapağını da kapattı, annem iyi ki farenin bile böyle davrandığını görmedi yoksa yarım saat fareden bile kötü olduğuma dair laf işitmek zorunda kalırdım. Ellerini koca göbeğinin önünde birleştirdi.
-Seni dinliyorum küçük insan.
-Senin boyutundaki birinin bana küçük demiş olması tuhaf değil mi?
-Ben cinsimin en büyüklerinden biriyim, sen ise en küçüklerinden birisin o yüzden hayır tuhaf değil.
-Peki çok bil.. öhüm öhömm fare bey. Benim buraya nasıl geldiğim hakkında bir fikriniz var mı acaba? Fareye kibar davranmazsam bana yardım etmeyeceğini düşünüyordum.
-Ben sana ben buraya nasıl geldim diye soruyor muyum, nereden bileyim ben gelen sensin.
-Evet, haklısın. Peki burası neresi.
-Burası mutfak
-Ha ha çok komik.
-Bence gayet komikti. Neyse, burası..
-Tam o sırada kapı gıcırtısıyla farenin konuşması bölündü. İkimizde meraklı bakışlarımızı gıcırtının geldiği mutfak kapısına çevirdik.