EMANETTİR CUMHURİYET

1923 yılının 29 Ekim günüyle birlikte Türk gençliğine, amansız bir mücadelenin meyvesi, dökülmüş onlarca kanın, verilmiş onlarca canın üzerinde hakkı olan, uğruna mücadele edilmiş bağımsızlığın simgesi cumhuriyet emanet edilmişti. O günden beri, kaybedilen özgürlük hissi yeniden doldu Anadolu sokaklarına. Umudunu yitirmek üzere olan bir milletin son sözü söylemek için yaktığı istiklal ateşi, çocukların sönmüş umutlarını yeniden yeşertti. Bu yakılmış ateşin, çocuklara yani yeni nesillere bıraktığı en kutlu emanet cumhuriyetti.
Bir milletin kurtuluş simgesidir cumhuriyet, destanların ötesine geçmiş bir dirilişin neticesidir. On beş yaşındaki evladını cepheye gönderen annenin gözyaşı, daha bebekken yetim kalmış küçüğün feryadı, birlikteliğinin ilk günlerinde erinin naaşına sarılıp ağlayan kızın gönül yarası, cepheye gönderdiği tüm öğrencilerinin geri dönüşünü göremeyen lisenin boş kalmış sıraları, hasta çadırında oğlunun şehit haberi gelen hekimin yaralıları bırakmamak için içinde tuttuğu çığlıkları gibi sayabileceğimiz nice fedakârlıklar sayesinde kurulmuştur cumhuriyet.
Çok zor şartlar altında vatan için mücadele eden yiğitler sayesinde can bulmuş, verilen onlarca çaba hiç edilmesin diye Türk gençliğine emanet edilmişti cumhuriyet ancak şu günlerde, nasıl zorluklarla mücadele edildiği unutuluyor, hangi şartlar altında kurulduğu maalesef göz ardı ediliyor. Cumhuriyetin nasıl bu günlere gelebildiğini, nasıl kargaşalar içinde başarıya ulaştığını artık yavaş yavaş unutuyor, bize bırakılan bu kutsal emanetin önemini kaybediyor gibiyiz.
Oysaki Türk gençliğine emanet edilmiş olan cumhuriyetin kurulması için yapılan fedakârlıklar ve feda edilenler, ulu Türk milletine öğüt olacak niteliktedir.
Osmanlı Devleti, 20. Yüzyılda ihtişamlı günlerini geride bırakmış, kaybedilen savaşlar neticesinde yorgun ve bitkin düşmüştür. Çağ açıp kapattığı vakitlerde “fetih” politikası izleyen devlet, yılların verdiği yorgunlukla hedeflerini değiştirerek artık sadece elindeki toprakları savunmak için karar almıştı. Bu karar devletin üzülmesine sebep olsa da son yıllardaki ağır mağlubiyetler, Fransız İhtilali ile yaygınlaşan isyanlar, yönetim içindeki ihanetler ve farklı farklı sebepler sonucunda buna mecbur kalınmıştı. Bunların karşısında çözüm için çeşit çeşit fikirler ortaya atılıyordu fakat milletin tekrar refaha kavuşması için başarılı bir fikir oluşturulamıyordu.
Kaybettiği ihtişama, geride bıraktığı güzel günlere tekrar ulaşmak isteyen Osmanlı, daha kendini toparlayamamış haldeyken 1. Dünya Savaşı’na katılmıştı. Savaş başlamadan önce tarafsızlığını ilan eden Osmanlı, kaybettiği toprakları geri almak gibi istekleri neticesinde 1. Dünya Savaşı’na katılmıştır. İtilaf Devletleri’nin Osmanlı üzerinde ortak çıkarı olması ve ittifak teklifini kabul etmemeleri, savaşı Almanya’nın kazanacağına inanılması gibi sebepler sonucunda devlet, savaşta Almanya’nın yanında yer almıştır ancak durum istenildiği şekilde ilerlememiş ve yenilgiler art arda gelmeye başlamıştır. İnişli çıkışlı bu savaşta Osmanlı, maalesef kaybeden devletler arasında yer almıştır.
Cephelerden gelen bozgun haberleri birbiri ardına gelmeye devam edince Osmanlı Hükümeti, 5 Ekim gününde ateşkes istedi. 24 Ekim’de ise İngiltere, Osmanlı’nın ateşkes teklifini kabul etti ve Limni Adasındaki Mondros Limanında, Mondros Mütarekesi imzalandı. Bu mütareke Osmanlı için oldukça ağır şartlar içeriyordu ve devletin elini kolunu bağlamaya yönelikti. Özellikle 7. maddenin içerdiği şartlar epey ağırdı ve henüz işgal edilmeyen toprakları da büyük bir tehlikeye sokuyordu. Nitekim isyan çıkarma ihtimali olan yerleri işgal etme yetkisi yönünde olan bu maddeyi İtilaf Devletleri, kendi planları için kullanmaktan çekinmeyeceklerdi.
Üst üste gelmiş yenilgiler, savaşların nedeniyle fakirleşmiş bir halk, kaybedilmiş topraklar, verilmiş şehitler, altüst olmuş bir devlet… Elbette Türk milleti, her ferdini kaybetmeden yenilmiş sayılabilecek, azınlık olsa da düşmana aman verecek değildi ancak hem şartlar çok zordu hem de halk epey yorulmuştu. Hele ki Mondros Mütarekesi ile iyice umudunu yitirmiş olan halkın bir savaşa daha takati kalmamıştı. İşte bu dönemlerde, liderlik vasfını Trablusgarp Savaşı’nda belli eden Mustafa Kemal, vatanı müdafaa edebilmek için yollar arıyordu. Bunun neticesinde Mustafa Kemal, 1919 yılının 19 Mayıs gününde Samsun’a çıktı. Normalde Samsun’a, orada Rum ve Türk halkları arasındaki kargaşaları çözmek için gönderilmişti ama o, kaldığı süre boyunca direniş için kurulan örgütlenmelerde etkin bir rol oynamaktan çekinmeyecekti.
Devletin her bir yanı düşmanla çevriliydi ve vatanı kurtarmak için topyekûn bir mücadele gerekiyordu. Vatanın kurtuluşunu isteyenler, Mustafa Kemal’in öncülüğünde, yurt çapında bir direniş için harekete geçtiler. Kongreler düzenleyerek umudunu kaybetmiş olan halkın içindeki istiklal ateşini tekrar yakan Mustafa Kemal, ordunun bozuk olması nedeniyle, önce halktan oluşan silahlı birlikler ile işgali yavaşlatmayı ve kazanılan sürede de orduyu yeniden toparlamayı planlamıştı. Sonunda harekete geçildi ve devletin kurtuluşu için bir kor ateş yakıldı. Bu kor ateşle düşmanı püskürten ve tarihte eşi benzeri görülmemiş bir direniş başlatan Türk milletine, bu mücadelede başta Mustafa Kemal olmak üzere, Kazım Karabekir, Ali Fuat Paşa, İsmet Bey, Refet Bey gibi isimler öncülük etmişti.
Çekilen onlarca çile, onlarca zorluk, kara günler, kara bulutlar… Hepsi vatan için mücadele eden bu kahramanlar sayesinde terk etmişti Anadolu topraklarını. Bu topraklardaki çocuklar gülüşünü tekrar kazansın, çileden gözleri kızarmış insanlar mutlu olsun, dökülmüş kanlar boşa akmamış olsun diyeydi bütün çabaları. Onlar millet refahına tekrar kavuşsun, vatan hürriyete yeniden ulaşsın diye kendi canlarını hiçe saymışlardı. Bu uğurda nice şehit verilmiş, nice evlat babasız, nice ana oğulsuz, nice ev yiğidini yitirmişti. Bu direniş, cepheyi aç ve susuz savunanlarla, cepheye aş taşıyan yürekli analarla, her bir şeyini askerlere bağışlayan sevdalılar ile yazılmış, ulu bir mücadeleydi.
Kurtuluş mücadelesini kazanmış Türk halkına öncülük etmiş olan Mustafa Kemal, bu mücadeleden sonra milleti için en iyisini seçebilmek adına kolları sıvadı. Paşa, millet için en iyi yönetim şekli olduğunu düşündüğü Cumhuriyet için, İsmet İnönü ile birlikte bir yasa değişikliği tasarısı hazırlayarak 29 Ekim’de meclise sundu. Tasarının kabulü ile Cumhuriyet, TBMM tarafından ilan edildi.
Mustafa Kemal, Cumhuriyet olan yönetim biçiminin seçim ile ilk Cumhurbaşkanı olmuştur. Tıpkı öncesinde olduğu gibi bu mevkide de halkı için çalışmaya devam eden Paşa, Türk milleti için sayısız yeniliğe imza attı. Yeniliklerin tamamında insanların yaşamını düşünmüş, Cumhuriyetin gölgesi altında huzurlu yıllar hediye etmişti. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı, demiryollarında ve karayollarında önemli çalışmalar, tarımın ve üretimin artması için tasarılar, öğrencilerin eğitimi için önemli devrimler onun yaptıklarının ufak bir kısmıydı. O cumhuriyet ile beraber Anadolu topraklarına yeniden huzuru getirmek için elinden geleni yapmıştı.
Cumhuriyet… Verilen onlarca çabanın ardından Türk gençliğine bırakılmış bir emanet. Kolay kazanılmamıştır ve kolayca verilecek bir emanet asla değildir. Cumhuriyet, bu devlet için canını verenlerin bizdeki hakkıdır, bizim gelecek nesillere aktarmamız gereken bir muştudur. Bir bayramdır Cumhuriyet, bir halkın yeniden ulaştığı refahın, adım attığımız bu toprakların özgürlük simgesidir. Bize bırakılmış en kutsal emanettir ve farkına varmamız gereken en büyük muştudur.