Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Afyon 16°C
Çok Bulutlu
Afyon
16°C
Çok Bulutlu
Sal 16°C
Çar 19°C
Per 18°C
Cum 19°C

TERCİHİN BEDELİ

TERCİHİN BEDELİ
25 Temmuz 2025 10:58
227
A+
A-

Yorgun ve bitkin bir şekilde uyandı. Eşinin, bilmem hangi doğum gününde aldığı hırkayı giydi; evden çıktı. Bedeni onu nereye götürecekti, bilmiyor gibiydi. Nasıl bir hâletirûhiyye içinde olduğu anlaşılmıyordu. Ruhunun onu nereye sürüklediği birazdan anlaşılırdı elbet. Bir an durdu, şaşkındı. “Merdivenlerden ne zaman indim, burası neresi? Arka sokaktayım sanırım, oysa hiç uğramazdım buralara. Şu sonbaharın sararttığı ağaç ne güzelmiş. Ne ağacı acaba?”
Ayaklarına baktı, nereye götürüyorsunuz beni der gibi. Sokağın karşısına geçti, sadece patileri ve göz kenarları beyaz olan siyah renkli kedi dikkatini çekti. “Yalnızlık nasıl gidiyor küçük dostum? Alışılır mı sence? Açsın belki de ama sana da verecek bir şeyim yok.” Kedinin başını okşadı. Kedi alışkın bir yüz ifadesiyle, gözlerini de yumarak başını eğdi. Mehmet, yol kenarına düzenli aralıklarla dikilmiş olan ağaçların altından yürümeye devam etti. Bedeni ruhunu yakalamak istiyor ama bunu başaramıyor gibiydi. Eli cebine gitti, mendil aradı, yoktu. Hava sisliydi, dökülen yapraklarla birleşince büyülü bir atmosfer oluşturuyordu. Dışarıdan bakan biri için bir film sahnesinde yürüyor gibi görünüyordu. Yağmurdan kalan hafif su birikintilerini fark etmeden yürüyor, ıslanan paçaları onu ilgilendirmiyordu. Ne kadar yürüdüğünü bilmeden dakikalarca ilerledi. Suya atılmış boş bir plastik şişe gibiydi. Ayakları onu hiç de yabancı olmadığı bir yere getirmişti yine. Dumanlar, kokular, pis masalar, kibarlıktan uzak sözler, kirli bardaklar vardı her yerde. Dalgalar, kıyıdaki pisliklerin içine atmıştı yine boş şişeyi.
“Ooo hoş geldin, bugün biraz geciktin sanki. Sen otur tavşan kanı geliyor hemen?”

“Tamam, bizim ekip nerede?”

“Birazdan onlar da damlar.” Ceketinin iç cebine attı elini. Bir deste kağıttı bunlar. Bir türlü vazgeçemediği, hayatını mahveden bir deste. Eline aldı, uzun süre baktı onlara. Bugün içinde her zamankinden farklı bir his vardı. İlk defa tiksinti hissetti. Midesi bulandı. Şaşkınlıkla karışık tiksinti hissiyle desteyi elinden masanın diğer ucuna fırlattı. Bunu gören garson kuşku ve merakla:

“Hayırdır tersinden mi kalktın bugün? Yoksa yine yengeyle mi takıştınız?”

“Yine boş konuşmaya başladın, sus da çayı getir haydi!”

“Aman be, seninle işimiz var bugün desene!” Garson haklıydı, eşini çok üzmüştü yine. Bu defa eşi terk etmişti onu, üstelik çok da kararlı görünüyordu giderken. Bir daha dönmeyecekti. Giderken oğlunun umutsuzca bakışı ilişmişti gözüne. Ah o bakış! Ya eşine yaşattığı hayal kırıklığı. Onların gidişini unutmak istiyordu. Dumanlı gözleri çapraz masadaki Çakal’ın bardağına takıldı. Gözleriyle bardağı bir yudumda içti. Gerçek adının unutulduğu, herkesin Çakal dediği bu adam; herkesin ciğerine işleyen sigara dumanı gibiydi. İnsanlar farkına varmadan onun etrafında zehirleniyordu. Mehmet’e bir öğürme hissi geldi. Çakal’ın yanında oturan Üçkağıtçı Remzi’nin sesi dikkatini çekti. Remzi, Çakal’a en son yaptığı dolandırıcılığı ballandıra ballandıra anlatıyordu. Gözlerindeki sinsi parlaklık, anlatırken nasıl zevk aldığını anlatıyordu. Bu manzara içindeki tiksinti hissini daha da arttırdı. Bu his sinirlerini de bozmuştu. “Ne işim var benim bu pis yerde, bu pis insanlarla?” diye mırıldandı. İçinde tarif edilmez bir öfke hissetti. Her şeyi yıkıp dökmek istiyordu.

“Nerede kaldı benim çay? Amma da yavaşsın.”

“Anlamadım ki niye bu kadar sabırsızsın, geldim işte!” Hafif kamburu çıkmış, kirli yüzlü, kirli zihinli, kirli önlüklü garson; tepsideki bardağı parmaklarının ucuyla masaya yerleştirdi. Ters ters baktı, köşedeki masaya yöneldi. Mehmet çayını içiyordu ama içtiği neydi bilmiyordu. Kendisine yönelen bir siluet gördü. Sesini duyunca tanıdı.

“Vay, erkencisin bugün dostum. Haydi bana da ısmarla, ooo kağıtlar da masada. Çevirelim bir oyun. Yenilmeye doymadın anlaşılan.”

“Git başımdan, yancı lazım değil bana.” Her masaya yanaşmaya çalışan, asla parası olmayan Aylak Kazım’dı bu. Herkes onu kovuyordu ama o aldırış etmeden herkese yanlamaya devam ediyordu. Gördüğü bütün bu çirkinlikler kederini arttırdı. Masaları kaplayan boş bardaklar gibi bomboştu içi. Sahi en son ne zaman dolu hissetmişti, dolu ve mutlu. En son ne zaman gülmüştü yüzü. Bu durumda hatırlaması mümkün değildi. İsmini sorsalar söyleyebilir miydi bilmiyordu. Buğulu gözleri anlamsızca kahvehanedeki insanların üzerinde gezindi. Yan masada Üçkağıtçı Remzi bilmem kaçıncı hikayesini anlatıyordu. Çakal, sağa sola bakıp uflamaya başlamıştı bile. Pencere önüne konuşlanmış olan iki delikanlı, belli ki bu mekânda yeniydi. Tedirgin duruşları, acemi bakışları ele veriyordu onları. Aylak Kazım onları gözüne kestirmiş olmalı ki yan yan yaklaştı.

“Hoş geldiniz delikanlılar! Ben Kazım, haydi bana da çay söyleyin? Hem tanışırız, size buradakileri de tanıtırım. Mesela, şu tek başına oturan Balıkçı Mehmet. Beş yıldır müdavimidir buranın. Bugün pek keyifsiz görünüyor. Merak etmeyin, oyun oynayınca keyfi yerine gelir. Var mısınız dördümüz bir oyun çevirelim?”
Mehmet, ne konuştuklarını bilmiyordu ama tahmin etmek zor değildi. Yıllar önce onu bu batağa sürükleyen de Aylak Kazım gibi biriydi. Temiz yüzlü gençlerde kendi halini gördü. İçine bir acı çöktü. Sonra hayatının elinden nasıl yavaş yavaş kaydığını hatırladı. Hayatı geçti gözünün önünden. Gözünde bir görünüp bir kaybolan değişik sahneler canlandı. En son eşinin can yakan sözleri, oğlunun bakışı… Bayılacak gibi oldu. Hiddetle kalktı yerinden. Masaya yöneldi. Bu defa sessiz kalmamakta kararlıydı. İçinde yıllardır hissetmediği bir huzur vardı.

İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı mezunuyum. 48 yaşındayım. Evliyim. İki oğlum var. Yazı yazmayı seviyorum. Çini sanatıyla da meşgulüm.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.