Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Afyon 9°C
Açık
Afyon
9°C
Açık
Pts 9°C
Sal 7°C
Çar 7°C
Per 9°C

MEHMET AMCA

MEHMET AMCA
27 Aralık 2024 16:36 | Son Güncellenme: 27 Aralık 2024 17:03
166
A+
A-

 

Yüzündeki gizli hiddetin sebebini bilen yoktu. On bir yaşında babasız kalması mı altı çocukla annesinin yalnız kalması mı sebepti, bilinmez. Kollarını iki yana sallayarak hafif öne eğik yürüyüşü, bitkin bir hava verirdi. En azından onu arkadan görenler öyle düşünürdü. Yanından geçip devam etseniz ve konuşmaya başlasanız anlarsınız ki bambaşka biri var karşınızda. O bitkin adamdan eser yok; hayata olanca gücüyle bağlı,hayalleri ufka bakan, çalışkan mı çalışkan bir adam görürsünüz.

Sabahın ilk ışıklarını bile beklemeden güne başlar Mehmet Bey. Yaratanına bolca şükürden sonra mütevazı evinin bahçesine iner, ağaçların dökülen yapraklarını büyük bir titizlikle süpürmeye başlar. Bu arada kulağı öten kuşlarda, gözü ondan yiyecek bekleyen kedilerdedir. Onun eli, her canlıya yetişir.

– Tekir,günaydın oğlum! Bugün nasılsın bakalım? Sana dün akşam tavuk ayırmıştım. Bekle hele, hemen getireyim.

Tekir, bu sözlere aşina olduğundan paçasına sürtünüp durmaktadır çoktan.

– Mehmet! Erkencisin yine. Bir gün bari fazla uyusan da uykunu alsan be adam! Hasta olacaksın diye korkuyorum.

Bu konuşan Mehmet Bey’in hanımı,can yoldaşı Hasibe Hanım’dı. Eşine çok düşkün, fedakar bir hanımdı. “O, benim can yoldaşım,her şeyim” derdi. Hem birbirlerini çok sever hem de didişmeden duramazlardı. Hayatın tadı böyle çıkıyordu belki de.

Mehmet Bey zaman zaman eşinin bazı sözlerine alınır, kırılırdı. Ruhunda deli fırtınalar kopar ama kimseye anlatamazdı. Kırılgan yüreği bir gelincikten daha narin olurdu. Böyle zamanlarda büsbütün içine kapanır kimseyle konuşmazdı. Bir süre sonra sakinleşir, sıradan hayatına geri dönerdi. İçindeki boran, adeta ılık bir melteme dönüşürdü.

– Mehmet Amca! Nasılsın? Pek zayıflamış gördüm seni. Bir derdin mi var? Çok çalışmaktan mı yoksa! Maşallah arı gibisin. Bahçendekiler yetmiyor, yoldaki ağaçları bile suluyorsun.

Bu ses, komşusunun oğlu Faruk’a aitti. Uzun boylu, temiz yüzlü bu genci Mehmet Bey pek severdi. Onun sesini duyunca ela gözleri parladı, göz kenarlarındaki kırışıklıklar belirginleşti, aralanan dudaklarının arasından sağlam kalan dişleri göründü.

– Sorduğun için sağ olasın evlat! İyiyim şükürler olsun! Ne yapalım, ağaçların da canı var. Kıyamıyorum onlara. Elimden geldiğince bakıyorum, suluyorum. Sahi zayıflamış mıyım? Farkında değilim be oğlum!

– Kendine dikkat et Mehmet Amca! Sen hepimiz için kıymetlisin, bu mahalledeki herkes için senin yerin başka.

Mehmet Bey, mahçup bir coşkuyla Faruk’un samimi çehresine baktı. Gününü aydınlatan bu çocuğu ne çok sevdiğini bir kez daha fark etti. Ela gözleri daha da parladı.

– Sağ ol evladım, sen de çok kıymetli bir delikanlısın. Ben de seni torunum gibi görüyorum, biliyorsun. Sen neler yapıyorsun? İşlerin nasıl gidiyor?

– Teşekkür ederim Mehmet Amca’m, çok şükür işlerim iyi. Birazdan önemli bir müşterim gelecek, şimdi ona yetişmem gerek. Sonra daha uzun konuşuruz olur mu?

– Tabi evladım, Allah işlerini rast getirsin, kolaylıklar dilerim.

Bu sırada Faruk arabasına binmiş,küçük bir el işaretiyle veda selamını göndermişti Mehmet Amca’ya. Elinde hortumla evin önündeki yolu ve ağaçları adeta yıkayan Mehmet Bey, hayli yorulmuştu, lakin yorulduğunun farkında bile değildi. Toprağın mis kokusunu içine çekiyor, bu kokunun büyüsüne kapılıyordu. Nice sonra duyduğu ses onu bu büyülü, yeşil dünyadan çekip çıkardı.

– Mehmet, Mehmet! Haydi gel artık neredesin hâlâ? Tarhana pişirdim, haydi gel de içelim. Çok yordun yine kendini. Hem dinlenirsin hem de iki çift laf ederiz.

– Hemen geliyorum hatun, tarhananın yanına turşu da çıkaralım. Şöyle bir de acı biber koparayım bahçeden, hemen geliyorum.

Bahçenin iki adım olan merdiveninden indi, sol tarafta bulunan biberlerden birkaçını büyük bir keyifle kopardı. Biber toplarken onun gözlerindeki pırıltı görülmeye değerdi. Biberler, Hasibe Hanım’ın hazırladığı çorba ve turşunun yanındaki yerlerini aldılar. Adeta küçük bir töreni andıran bu an, onlar için günün en lezzetli klasiğiydi.

-Tarhana gibisi yok hanım! Bütün yorgunluğum gitti, ellerine sağlık! Mis mis!

– Benim için de öyle valla, afiyet olsun! Bu arada sana söylemeyi unuttum, Macide aradı, haftaya bize gelmek istiyorlarmış. Ben de ne diyeyim, buyrun, gelin dedim.

Mehmet Bey’in güneş gibi yüzüne bir anda kara bulutlar indi. Tarhana töreni bitti, içindeki alkışlar sustu. Sessizce yemeğini yedi, bahçeye indi. Gerçek şu ki baldızı Macide ve onun eşi Ahmet Bey’den pek hoşlanmazdı.Eşi kırılmasın diye ona bir şey söyleyemezdi ama hiçbir şeyden hoşlanmayan bu insanlar onun canını fena halde sıkardı. “Her gün farklı bir istekle gelecekler, bahçeye döşediği taşlara laf edecekler, bahçe duvarı hakkında yorum yapacaklar, kanepenin örtüsünü beğenmeyecekler, kapının gıcırtısına takacaklar, falan filan. Of! ” Kendi kendine söylenmeye başlamıştı. Eşine içini dökemeyeceği için Tekir’e söylüyordu bunları. Tekir de tatlı tatlı miyavlıyor, adeta onu teselli ediyordu. Yıllardır yaşadığı ve çok sevdiği bu yerde nedense samimi dertleşebileceği bir arkadaşı da olmamıştı.

Hasibe Hanım, Mehmet Bey’i çok iyi tanırdı. Zaman zaman onu kırdığını fark eder ama buna pek de aldırmazdı. “O da beni kırıyor üstüne üstlük bunu fark etmiyor bile. Macidelerin geliş haberini duyunca nasıl da asıldı yüzü. Kaşları çatıldı yine. Ne yapayım, kardeşim ve eşi sonuçta.” Diye düşünüyor ama Mehmet Bey’in huzursuzluğu yüzünden kendini suçlu hissetmekten de kendini alamıyordu. Evde sessiz sedasız iki gün geçti.Hasibe hanım taze fasulye ayıklarken yine düşüncelere daldı. Bir anda çalan telefon sesiyle düşüncelerinden sıyrılıverdi. Arayan, kardeşi Macide’ydi.

– Abla ,sana kötü bir haberim var, malesef gelemiyoruz. Şehir dışından dünürlerimiz geliyormuş, şimdi aradılar. Aslında başka bir işleri varmış ama gelmişken bize de uğramak istiyorlar. Kusura bakma ne olur, daha uygun bir zaman geliriz inşallah. Enişteme de selam söyle.

Hasibe Hanım, yüzünde biraz şaşkınlık biraz sevince benzer bir gülümsemeyle seslendi.

– Mehmet, neredesin sana bir haberim var. Mehmet, Mehmet!

Mehmet Bey; bir elinde su kabı, bir elinde kedi mamasıyla kapıda göründü.

– Hayırdır hanım, Tekir’i arıyordum, seni duydum. Ne oldu, önemli bir şey mi var?

– Macideler gelemiyormuş, onlara misafir gelecekmiş. Selamı var.

Mehmet Bey’in içini ısıtan bu haber, ona her şeyi unutturdu sanki. Elindeki mamaya ve suya anlamsızca bakmaya başladı. Boğazına bir şey düğümlendi sanki, çığlık atmak istiyor atamıyor, konuşmak istiyor ama konuşamıyordu. Ne diyeceğini bilemeden bir süre donup kaldı. Nice sonra:

– Aleyküm selam! Neyse başka zaman gelirler hanım, üzülme! Diyebildi.

Kapıdan çıktı, dilinde uzun zamandır söylemediği bir türkü, dudağında tebessüm…

İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı mezunuyum. 48 yaşındayım. Evliyim. İki oğlum var. Yazı yazmayı seviyorum. Çini sanatıyla da meşgulüm.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.