EMANET

Yağmurun usul usul yağdığı, şehirde bir huzurun yayıldığı gündü. O, adımlarını yavaşça atarken içinden bir şarkı mırıldanıyordu; hem yürüyordu, hem düşünüyordu.
Birazdan varmak istediği binanın önüne geldi. Şemsiyesini kapatıp ağır cam kapıyı iterek içeri girdi. Resepsiyona uğramadan kararlı adımlarla asansöre yöneldi. Düğmeye bastı ve beklemeye başladı.
Asansörün gelişi uzun sürdü gibi hissettirdi. Kat numaraları yavaşça indi: 3, 2, 1… Sonunda, 0.
Kapı açıldığında içerden siyahlar içinde bir adam çıktı. Adamın bakışları kısa ama derin bir iz bıraktı. Genç kadın onun geçmesini bekledi ve ardından kabine adım attı.
Asansör hâlâ o adamın bıraktığı kokuyla doluydu; odunsu ve baharatlı bir hava vardı içinde. 19. kata bastı. Aynaya göz attı, üzerini düzeltti. Kapı açıldığında dışarı adım attı ve 105 numaralı kapının önünde durdu.
Kartını cihaza okutup kapıyı açtı. Heyecandan nemlenmiş ellerini montuna silerek derin bir nefes aldı ve içeri girdi.
Yaşlı adam, büyük camın önündeki yeşil kadife koltuğuna gömülmüş, purosunu içerken dışarıyı izliyordu. Kapının açıldığını duymuştu belki ama yerinden kıpırdamadı. Camın yansımasından torununa başıyla bir “hoş geldin” işareti yaptı.
Hava kararmıştı artık. Şehir siluetleri silinmiş, camın dışında sadece yağmurun sesi kalmıştı. Adam, ağır bir hareketle koltuğunu içeri doğru çevirdi ve torununun gözlerine baktı.
— Merhaba, dedeciğim.
Genç kadın şemsiyesini kenara yasladı, paltosunu vestiyere astı.
— Yağmur çok güzel yağıyor, değil mi?
Konuşmak için bir bahane bulmuştu sadece.
Yaşlı adam purosunu küllüğe bıraktı. Kalkmayı denedi ama kısa bir çabanın ardından vazgeçti. Nefes nefeseydi.
— Neden bu yağmurda geldin?
Söylediği kelimelerde memnuniyetsizlik gibi görünse de arka planda bir minnet titreşiyordu. Ne kadar huysuz biri olursa olsun, torununu canından çok severdi. Ama bunu hiç söylememişti. Ne ona ne bir başkasına.
— Burası hep yağmurlu, dedeciğim. Ve ben yağmuru severim, biliyorsun.
Kahveyi çoktan demlemişti bile. En sevdiği şeydi: huysuz da olsa, kendisini içten içe çok sevdiğini bildiği dedesiyle karşılıklı kahve içmek.
Fincanları doldurdu, sehpanın üzerine koydu ve dedesinin yanına oturdu.
— Dede, senden bir şey isteyeceğim…
Sesi titriyordu. Çünkü dedesinden çok korkuyordu. O adam hiç gülümsemezdi ve öfkesi, bir fırtına gibi tehlikeliydi.
— Söyle bakalım.
Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra daha yumuşamış bir sesle konuştu.
Kız koltuğunda hafifçe kıpırdandı. Ne diyeceğini, nasıl diyeceğini bilemiyordu. Yurtdışında okumak istiyordu. Ama ailesinin böyle bir imkânı yoktu. Zaten böyle bir istekleri de yoktu. Kendi geleceğini düşünmek tamamen ona kalmıştı. Şimdi karşısında, tek umudu olan dedesi vardı. Ve o da hem paraya sahipti hem de hayır demeye alışkın biriydi.
Kız derin bir nefes aldı, isteğini dile getirdi. Ve nefesini tutarak dedesinin tepkisini bekledi.
Yıllar geçmişti.
Hayalini bile kurarken içini titreten o büyük okuldan mezun olmuştu. Ve ülkesine dönmüştü. Şimdi 105 numaralı odanın önünde duruyordu. Elleri, heyecandan terlemişti. Kartını okuttu, kapıyı açtı.
Dedesiyle yeniden karşılaşacaktı. Ona sıkıca sarılacak, teşekkür edecek, bir sürü fotoğraf gösterecek, her şeyi anlatacaktı. Hep iletişim hâlinde kalmışlardı ama dokunmanın yerini hiçbir şey tutmuyordu.
Ancak… oda boştu. Ne dedesi vardı içeride ne de eşyalar. Her şey silinmişti. Boşluk, genç kadının içine oturdu.
Tam o anda, içeriden bir ses duydu:
— Merhaba.
İçeriye adım attığında, genç bir adam karşısında durmuş, ona sakin ama anlayışlı bir ifadeyle bakıyordu.
— Lütfen gel. Otur. Aklındaki bütün soruları cevaplayacağım.
Ne yapacağını bilemeyen kadın, sessizce ilk bulduğu koltuğa oturdu. Ama zihninde bir soru vardı ki, onu dile getirmek bile yürek isterdi.
— Dedem nerede?
Bunu diyebildi sadece.
Genç adam, onu korkutmadan her şeyi anlattı. Dedesinin, onun gitmesinden önce ölümcül bir hastalıkla boğuştuğunu, hem tıp fakültesinde onun bursuyla okuyan hem de stajyer hekimlik yapan bu genç adamın dedeye son zamanlarında refakat ettiğini söyledi.
Dedesinin vasiyeti açık ve kesindi:
Torununun okul sürecinde hiçbir şeyden haberi olmayacaktı. Gerekirse mesajlaşmaları bile onun adına bu genç adam sürdürecekti. Çünkü dedesi, onun aklı rahat, kalbi huzurlu şekilde okulu bitirmesini istiyordu.
Ve o gün gelene kadar bu oda torunun bekleme yeri olacaktı. Zamanı geldiğinde ise ona bırakılacaktı.
Genç kadın tüm bu sözleri gözyaşları içinde dinledi. Saatlerce ağladı. Ardından dedesinin mezarını ziyaret etti. Orada vedalaştı.
Sonra, dedesinden kendisine kalan “emanet” olan odaya yerleşti.
— Ben bu hikâyenin sonunu biliyorum, dedi kadın gülümseyerek.
— Bekle… Ben de biliyorum. Ama yine de anlatmak istiyorum.
— Peki, dedi kadın ve başını adamın omzuna yasladı.
Dedesinden kendisine emanet kalan ve ona huzur veren adamın omzunda, ikisinin ortak hikâyesini dinlemeye devam etti.