FERYAD!
 
			Tebessümlerin avucuna atılan bombalar!
Ve bir annenin feryadı.
Gazze’de bir anne…
Kanatıyor kulak zarını vicdanların!
Alnında parlayan
Zırhtan imanıyla,
Göğe işte bu figan dokunuyor:
— Yavrum! —
Dokunuyor nakış nakış!
Örüyor tohumlarını geceye.
Binlerce gök kabarıyor!
Binlerce hesaplaşmaktan yapılı”Nasıl?” sorusu…
Kadınların ölüm sevişlerinde
Bizlerin yüzüne çarpılıp
Semaya yükseliyor!
Bu çığlık;
İliklerimi şakağımdan akıtan bir cürüm!
İskeletimi eriten mahcubiyete…
Ve gözlerimin rahminden güneşe varan:
Çığlık!
Çığlık!
Çığlık!
Halkları dağlayan…
Bezzazları,yabanları
Koynumda beslemek…
Çığlık!
Küller…
Küller ki çığlığın alevinden savrulur göğe!
Yamaçlarımdan savuran göğü indirerek
Benden arda kalanları anlatır bana.
Küller ki
Akıp gidiyor…
Zamanın zamandan soyunduğu,
Ebediyete büründüğü yer:
Gazze’ye!
Cennetin başkenti!
Filistin ülkesi…
Vicdanlardan!
Bu ülkede âdettir:
Uçsuz bucaksız bir göğüs ile karşılamak her hüznü!
Bu ülkede kaç adettir
Filizlenmeyen bedenleri?
Bebeklerin,kuşların, sevinçlerin…
Kucaklaşamadan yeryüzüyle…
Oluş kundağında,
“İnsan hakları”yla hançerlenen
İnsancasına yaşamak umudu…
Umudun ufkunu giyerek,
Sırtlayarak dağlarını,
Yüreğimi bir an olsun
Yetim gülüşleriyle
Cennette yürütmek isterdim!
Tutuşarak ses tellerim…
Hırçınlığın ve çığlığın rahminde!
Tutmanın bin kırbaç yüküyle
Yanmak istiyorum!
Dumansız tevekkülle…
Filistinli bir anneyle el ele,
Kor olan mabedlerinde
Ümidin!
Fakat…
İçime gömülmüştür Yahudilik muskası!
Yahudilik,
Bir tohum ile ağarırken gazeteler omzunda
Bağrıma,
“İnsan hakları”dürülmüş zannederdim!
Oysaki…
Şimdi şah damarımda titreyen yüzüne bakamıyorum
Feryadına annenin!
Eti kokan vicdanımla!
Yakmam gerek insanlık kisvesiyle!
Ve kıyısı Gazze kokulu denize atmam gerek
Tabutunu Yahudi erkekliğimin!
Sıkılmış yumruklarla…
Ürkütülen barutun,çeliğin, kusmuğun
Kıyısına vurulmuş
Erkekliğimin çıplaklığına ermem gerek!
Birileri yakıyor muskalarını Akdeniz’de!
Birileri yıkıyor Yahudalığını!
İşte o erlerden cesaret bularak…
Deniz kırk batman yükü sırtlıyor!
Dalgalarıyla şahit olarak
Davasına Kudüs’ün!
Zemheri bir öpüş…
Gökten omzuna bahşedilen!
Alnına yazılan yazgı…
Âdeta bir üniforma giyiyor
İnsanlık namına Sumud!
Benim ve Sumud’un ortak noktası: Üniforma!
Yani; savaş ve umut demekti
Ben ve o…
Savaş ve umut!
Tıpkı ateş ve barut gibi…
Yan yana olmayınca
Yanamayan tamamlanmaklığa!
Bu ülkenin kuru ekmeği kadar
Üniforması da aitliği taşıyor…
Aksanın ateşi ile dağlanmış hamurunda.
Üniformamın rahmi göğe doğru kirleniyor!
Fakat denizde inzal olunan Sumud siliyor lekelerimi…
Kaybolmanın sahipsiz karanlığında.
İnsanın kıyısında insanlık!
İnsan kıyısında tutuşmanın!
Yelkenler yüzleşiyor,dirilmek için geceye…
Coşarlığa koşarak denizin mavisinde!
Sumud sahile eremedi…
Fakat,şimdi bir kuş uçuyor barışın sahilinde!
Bir kuş; yamaç yamaç aşıyor…
Yüz yıllardır tebessümlerin avucuna ermek isteyen,
Anne gülüşlerinin visaline gül diktiği
Bu ülkenin…
Aksanın…
Oluş kubbesinde!
Bir gün herkes gibi
Herkesliği bırakmadığını…
Birliği birlediğini…
Anneler,
Mahzenden feryatlar,
Kan yutkunan geceyi aşarak
Zamanın müberra kuşlarına
Ölümü emrederek…
Muskalara tutsak,
Cesareti, çevikliği, ter dökmesi paslanan,
Öpüşmeyi unutan bizlere…
Kuşlarla…
Özgürlükle…
“Yavrum!” feryadı…
Günümün insanına.
 
					 
			 
			 
			 
			 
			 
			