Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Afyon 16°C
Çok Bulutlu
Afyon
16°C
Çok Bulutlu
Sal 16°C
Çar 19°C
Per 18°C
Cum 19°C

İNCE TOPUKLAR, KALIN DAĞLAR-1

İNCE TOPUKLAR, KALIN DAĞLAR-1
15 Temmuz 2025 14:22
229
A+
A-

Günlerden yine klasik bir pazartesiydi, saat 06:30’da her zamanki gibi alarmı çalarak uyandı. Uyanmak istemiyordu, dünkü doğum günü partisinden olsa gerek hayli yorgundu, yine de rutinini bozamazdı. Hızlıca yatağından kalktığı gibi sahil kenarında spor yolunu tutmuştu. Kafasının içinde binlerce soru vardı, düşünüyordu. Koşmak onu rahatlatıyordu, kulağında kulaklığı ile kafasındaki sesleri susturmaya çalışıyordu ama nafile. Biraz koştuktan sonra bir banka oturdu ve etrafı izlemeye başladı. Kuşlar, deniz, gökyüzü, hep bir yerlere yetişmeye çalışan insanlar, araba ve vapur sesleri… Hepsi sanki anlaşmalı gibiydi, hiçbiri birbirine değmiyordu ama birbirlerinden de memnun değillerdi sanki. Etraftan bulduğu taşları denize atmaya başladı, o içinde isim koyamadığı hırçınlığı nasıl atacağını şaşırmıştı sanki. Bu defa kayanın birinin üzerine oturdu ve denizi izlemeye başladı, her yer çöptü ama ona rağmen deniz çok güzeldi.  

Birden telefonuna gelen bir bildirim kendisini bir saniye de olsa düşüncelerden sıyırdı, telefonu açtı ve mesajı açtı. Mesaj uzun süre sabırsızlıkla atamasını beklediği Sağlık Bakanlığından gelmişti. “T.C. Sağlık Bakanlığı | Atamanız Tunceli/Ovacık Devlet Hastanesi’ne yapılmıştır.” Bir hışımla kalktı ve evin yolunu tuttu. 

 

Lina Alpdoğan’ın dünyası, Fransız kahvesi kadar keskin, İtalyan ayakkabısı kadar pürüzsüzdü. Her sabah 06:30’da çalan alarm, gümüş çerçeveli aynada kendine bakan o kusursuz kadını selamlardı. Vakit kaybetmeden sporunu yapar, kahvesini çer, kahvaltısını yaparken magazin sitelerini takip eder ve işi için yola koyulurdu. Çocukluktan beri planlıydı hayatı. Lise İngiltere’de, tıp fakültesi İsviçre’de, uzmanlık Paris’te. Hiçbir zaman para, şöhret onun için bir sorun olmamıştı. Babası Vedat Alpdoğan, onun da babasından miras kalan Alpdoğan Holdingin sahibiydi. Annesini henüz 17 yaşında kanserden kaybetmişti, o günden beridir hep lösemili çocuklara, kadınlara bağışta bulunur ve onlar yaşasın diye elinden gelen her şeyi yapardı. Ve şimdi bir sabah gelen mesaj… Her ne kadar onkolojiye yönelmek istese de hayat ona mecburi hizmetle Doğu’ya pratisyen doktor olarak göndermişti. 

Eve vardığında gözlerine inanamadı. Yıkılmaz, sarsılmaz dedikleri Alpdoğan Holding iflas etmiş, evine haciz gelmişti. Son kalan bavuluna sadece kıyafetlerini ve annesinden hatıra birkaç mücevher alabilmişti. Babası ise İstanbul Boğaz manzaralı bahçesinde oturmuş kahvesini yudumluyordu. Sarıldılar ve ağlaştılar, konuşmalarına gerek yoktu onlar göz göze bakarak da anlaşabiliyorlardı. Lina ayak üstü atamadan bahsetti babasına, babası ise artık başka çarelerinin olmadığını, Lina’nın gitmesi gerektiğini, kendisinin ise burada kalıp işleri biraz da olsa yoluna koymaya çalışacağını söylemişti.  

Üç gün sonra. 

Elinde valizi, topuklu ayakkabıları ile havaalanının yolunu tuttu. Lina için o kadar kötü bir şehirdi ki direk uçacağı bir havaalanı bile yoktu, aktarmalı bir şekilde gitmesi gerekiyordu ve bu da yaklaşık 6 saate tekabül ediyordu. Uçakla ilk durağı olan Elâzığ havalimanına gelmişti, değişik giyimler, değişik yüzler… “Burası böyleyse kim bilir o köy nasıldır?” diye geçirdi içinden. Hızlıca otogara vardı Elâzığ-Tunceli otobüsüne bindi hemen, resmen her ilçe girişinde çevirme oluyor kimlik kontrolünden geçiyordu. Lina hayatın bir gerçeği ile daha yüzleşmiş oldu “Terör.” Otobüs içinde ağlayan bebek, ter kokusu, uzun sakallar, hala yöresel kıyafet giyen kadınları da gördükçe daha da iğrenmişti bu yerlerden. Hayatı sadece kendi penceresinde görüp yaşayan Lina böyle bir dünyanın var olabileceğine kanaat dahi getirmiyordu ama gerçekti ve bu yolculuk ona gerçekleri gösteriyordu.  Nihayet Tunceli otogarında inmişti gözü hemen bir çay, kahve aradı. Otogar içinde bulunan küçük bir kahvehaneye ilişti gözü, kasaba otobüsünün kalkmasına daha bir saatten fazla vakit vardı. Oturdu ve bir çay istedi, ilk yudumu almasıyla bardağı indirmesi bir oldu. Ne acı bir çaydı böyle! Doktor olup annesi gibi hasta olan kadın ve kızlara yardım etmeye karar verdiğinde bu hayatların içine düşeceğini tahmin dahi edememişti. Hayatı yurt dışındaki ülkelerde geçen bu kadın hem ülkesine yabancı kalmanın hüznünü yaşamış hem de onlara ne kadar geri kafalılar damgasını koymaktan da geri kalamamıştı. Şaşkınlıklar içinde etrafını izliyordu. Son otobüs seferi de gelmişti, hemen köye varıp ılık bir duşun hayalini kuruyordu. Otobüse bindi ve hareket etti, hayretle Doğu’nun manzarasını, doğasını, hayvanlarını izliyordu. Ne kadar büyük dağlardı hala zirvedeki karlarda erimemişti. Yaklaşık iki saatin sonunda varmıştı köye. Lina ise onu nelerin beklediğini sabırsızlıkla bekliyordu.  

İçinde coşan fırtınaları, içindeki çığlıklarıyla dindirmeye çalışan bir yazar...
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.