Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Afyon 8°C
Hafif Yağmurlu
Afyon
8°C
Hafif Yağmurlu
Çar 6°C
Per 6°C
Cum 7°C
Cts 8°C

YUSUF-1

YUSUF-1
28 Ekim 2024 20:30 | Son Güncellenme: 29 Ekim 2024 16:33
178
A+
A-

Otobüsten inmeden önce memleketinin havasını ve kokusunu içine çekmeyi dört gözle bekliyordu. Durmak için yer arayan otobüsün içinde ayağa ilk kalkan o olmuş, içi içine sığmıyordu. Otobüsten inipte yere adım atar atmaz memleketinin o kavurucu sıcaklığını hissetmişti. Memleketi olduğu için mi bu kadar sıcaktı yoksa memleketinin sıcağını bile unutmuş muydu? Derince bir nefes aldı, çevresine bakındı ve içinden “Benim memleketim bir başka.” diye geçirdi. Yıllar yıllar olmuştu buraya ayak basmayalı bu sebeple burada attığı her adımın hakkını vermeye karar vermişti. Bavulunu aldı ve hızlı adımlarla yola koyuldu. Çevresindeki herkese gülüyor, selam veriyordu ama unuttuğu bir şey vardı. Memleketinin kokusu aynı kalsa da arasına karışmış daha fazla egzoz kokusu, dağlarının birçoğunu kapatmış olan binalar ve artık gelişen teknoloji ile insanların yüzüne değil elindeki telefona kitlenen insanlar çoğalmıştı. “Sahi kim gelişen bu çağdan geri kalabilir?” diye geçirdi içinden ama umut ve beklentilerinden vazgeçmedi. 

Değişen halk otobüsleri, boyuna büyüyen binalar ve çoğalan trafik arasında evine giden yolları bulamıyordu. Mahallesinin adını gördüğü bir otobüse atladı ve otobüsün camına adeta yapışarak etrafı izliyor aşina olduğu bir yer bulmaya çalışıyordu. Yaklaşık yarım saat sonrasında bir mahalle bakkalı gözüne ilişti gözleri ışıldayarak otobüs şoförüne: 

-Kaptan müsait yerde, diye seslendi.  

Yaklaşık 10 adım sonrasında otobüs durdu ve kendini hemen dışarıya attı, o kadar hızlı yürüyordu ki sanki kendisini atlı kovalıyordu. Hemen bakkalın sokağından girdi ve evleri saymaya başladı “Bir, iki, üç, dört, beş, işte bu ev, ne kadar da değişmiş böyle…” Hayretler içerisinde evine dönmüş bakıyordu. Bahçesinde olan erik ağacı hala duruyordu bu ağacı gördüğünde iyice emin olmuştu evi olduğuna. Aynı zamanda büyük bir hayal kırıklığına da uğramıştı çünkü evini tanıyacağı bir mahalle bakkalı bir de çocukken diktiği evin gölgesinde kalan erik ağacı kalmıştı. Mahalleye bir göz gezdirdi ve dizini kanatan taşları, annesinden terlik yediği sokağı, kıyafetlerini çöl tozuna çeviren mahallenin toprağını ve yaşadığı maziye karşı gözünün önünden bir film şeridi gibi akmasına karşı koyamadı kendini. Farklı ve canını sıkan bir şey vardı artık düşünce dizini taşlar değil, cam kırıkları kanatırdı, üzerini bahçelerin toprak tozu ve çamuru değil yerdeki ambalaj çöpleri kirletirdi. Üzüldü ama aradan çok yılların geçtiğinin farkına da varmıştı. Önünde durduğu evine kafasını kaldırdı ve baktı “Şimdi bu beş katın hangi ziline basacağım?” diye düşünürken zillerin üzerinde isimlerin yazdığını fark etti hemen kapıya doğru yöneldi ve babasının adını aramaya başladı. Daha elini zile götüremeden “Acaba babam yaşıyor mu?” diye bir düşünce geçti. Ayaklarını geri sürükledi ve tekrar evine doğru baktı “Ne heybetli ne hırslı bir adam ama!” diye düşünmekten alıkoyamadı kendini. Daha fazla beklemenin bir manası yoktu zaten karşı komşunun gözleri yeterince kamera hissi uyandırmıştı üzerinde hemen zile yöneldi ve o kanarya sesi ötmeye başladı. Evini, memleketini, ailesini o kadar özlemişti ki zil sesi dahi kulağına bir hoş geliyordu. Hemen camdan güzel bir kız eğildi “Kime bakmıştınız?” diye sordu. Gözünden yaşlar dilinden ise zar zor “Ben, Yusuf…” lafı döküldü. Yusuf gelmişti, yıllarca ailesinin hasret kaldığı, ailesine hasret kalan Yusuf… 

Kapı hemen açıldı ama Yusuf’un dizlerinin bağı çözülmüştü, koşarak geldiği evine giremez olmuş kapısında yığılıp kalmıştı. Kırk yaşına gelmiş saçları ağarmış koca adam bir anda on yaşındaki çocuk gibi bağıra bağıra ağlıyordu. Sesini duyan annesi kapıya kadar gidememiş adını duyduğu anda ağlamaya başlamıştı. Bu defa evin bacasından duman değil hasret tütüyordu. Yangınlı bir ananın yüreği yanıyordu bu evde. Hiç tanımadığı ama kardeşi olduğu bildiği adamların yardımıyla çıkabildi evine, annesi yarı baygın yarı ayık “Oğlum, Yusufum.” diye feryat ediyordu. Ağıtlar yakmaya, ellerini dizlerine vurmaya başladı: 

-Kara gidip de ağ dönen oğlum, 

Kucağımın ilk yavrusu, 

Annen de senin hasretinle ağlaştı, 

Yüreğim yandı da kül oldu “Yusufum.” diye, 

Sarıldılar, ağlaştılar yılların hasreti vardı, yılların götürdükleri vardı ama yılların getireceklerine de olan inançları tamdı. Zoraki kendilerini evin oturma odasına attılar, camdan süzülen kardeşi bir bardak su ile girdi içeri. “Bismillah.” diyerek üç yudumda soluklanarak içti suyunu. Nasıl da özlemişti suyunu bile…  

Etrafına bakındı herkes çok tanıdıktı bir o kadar da yabancı. Herkes oturmuş onu izliyordu, evde ise şaşkınlığın verdiği sessizlik devam ediyordu.  

 …

İçinde coşan fırtınaları, içindeki çığlıklarıyla dindirmeye çalışan bir yazar...
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.