Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Afyon 26°C
Az Bulutlu
Afyon
26°C
Az Bulutlu
Sal 27°C
Çar 25°C
Per 19°C
Cum 20°C

KAMBUR

KAMBUR
3 Mayıs 2024 00:08
65
A+
A-

Yemyeşil ağaçların gölgesinde, sessizliğin hüküm sürdüğü bir şehirde, âdeta unutulmuş gibi yaşayan bir adam vardı. Sokaklar, S.… adıyla anılan temizlikçi tezgahını ziyaret edenlerin dışında nadiren bir ayak izine şahit olurdu. Toplumun gözünde pek de önemli bir yere sahip olmayan günlük geçimini sokaklarda insanların atıklarını temizleyerek sağlıyordu. Ancak toplumun ona verdiği değer, yaşamın ederini sorgulamasına neden oluyordu. Hayat sadece bir parça olmaktan ibaretti.

 

Adamın bilinen özelliği olan oburluk, boşluğunu doldurma çabasının bir yansımasıydı. Göbekli bedeni, şehrin sokaklarında yankılanan sessizliğin altında adeta kayboluyordu. Bu fiziksel ağırlık, aslında ruhsal derinliğinin yetersizliğiyle paralel bir hikâye anlatıyordu. Belki de bu yüzden, insanlar görünmeyen yalnızlığını fark edemiyorlardı. Her gün, sokakların sessiz yalnızlığında.

 

Zamanla kilosunun artmasıyla birlikte, adam maddi sıkıntılarla baş etmekte zorlanmaya başladı. Günlük hayatta karşılaştığı zorluklar, onu sık sık umutsuzluğa sürüklüyordu. Evdeki eşyalarını rehin vermek gibi acil çözümlere başvurmak zorunda kaldı. Bu durum, yaşamın zorluklarına karşı mücadele etmenin ve kendi değerini bulmanın bir parçası haline geldi. Ancak bu süreçte eşi büyük bir endişe içindeydi. Psikolojik durumu, hem kendi çatışmalarıyla hem de çevresindekilerin beklentileriyle boğuşmasından derinden etkiliyordu.

 

Evin içindeki sessizlik, adamın zorluklarla dolu düşüncelerine zemin hazırlıyordu. Artık sadece maddi zorluklarla değil, evinin duvarları,  çatışmalarının yankılandığı bir sahne hâline gelmişti. Kendi değerini sorgularken, eşinin endişeli bakışları ve sessiz çığlıkları arasında adeta kayboluyordu. Bu zorlu süreçte, her günün bir savaş olduğunu kabul etti. Ancak içindeki umut, daha iyi bir yarın için ona güç veriyordu.

 

Adam her gün büyüyen iştahı ve ruhunda giderek küçülen yerine, karısı karşısında gittikçe hoşnutsuzluğunu dile getiriyordu. Aralarındaki tartışmalar artıyor, geceleri neredeyse zehir saçarcasına birbirlerine dökülüyordu. Karısı, onun için kilo alması ve bu alışılmadık beslenme düzeni yüzünden endişe içindeydi. Ancak tüm bu çatışmaların ortasında bile adamın zihninde tek bir düşünce vardı: Yemek.

 

Gece yarısı bile olsa mutfağa gizlice yönelir ve gözlerini mutfağın çekici, cazibeli dünyasına dikerdi. Tatlı bir kaçamak yapma arzusu, onu iştahla dolu bir rüyanın kollarına iterdi. Yemek kokuları, mutfağın sıcak atmosferi, adam için sadece fiziksel bir doygunluk değil, aynı zamanda ruhsal bir huzur kaynağıydı. Ancak bu gizli zevk, karısıyla aralarındaki çatlakları daha da derinleştiriyordu.

 

Tartışmaların ardından, sessizlik bir kez daha evlerini sarardı. Ancak adamın zihnindeki tek şey, bir sonraki yemek düşüncesi olurdu. Yiyecek, sadece fiziksel bir ihtiyaçtan çok daha fazlasıydı. Belki de bu yüzden, karısıyla arasında giderek derinleşen uçurumlara karşı kayıtsızdı. Ve yemek yeme arzusuna karşı duramıyor resmen bu dürtüsüne karşı boyun eğiyordu

Bir gün, sokaklardan topladığı çöpleri tek tek temizledikten sonra birkaç frank kazandı ve bu parayla bir meyhaneye gitti. Orada, birayla birlikte güzel bir domuz budu sipariş ederek kendisine bir şölen hazırladı. Masanın üzerinde parlayan lezzetli yemek, adam için sadece bir ziyafet değil, aynı zamanda umut dolu bir anlam ifade ediyordu. Bu geceyi karısını da mutlu etmek istediği bir anı olarak görmekteydi. Kalmış olan birkaç frank ile karısına bir hediye almayı planlamıştı.

 

Yolda, dükkân vitrinlerinde sergilenen renkli ve cazip tatlılar onu büyülüyordu. Gözlerinin önünde canlanan muhteşem şekerlemeler ve pastalar, onu tatlı bir huzura sürüklüyordu. Ne yazık ki karısına almayı planladığı hediyeyi unutarak bu parayı tatlıya harcadı. Büyük bir iştahla yediği tatlı, geçici bir doyum sağlasa da içinde hafif bir pişmanlık uyandırdı. Ancak bu pişmanlık, adamın oburluğuna karşı koyamadığı gerçeğini değiştiremiyordu.

 

Karısını mutlu etmek için ise mezarlıktan koparttığı bir çiçekle sürpriz yapmayı düşündü. Ancak işler, adamın umduğu gibi gitmedi. Bu durum, ruhen onu etkilemişti ve isteklerinin gerçekleşmemesi ile nasıl bir arada gitmediğini bir kez daha gösteriyordu. Yemek ve tüketim arzusu, ilişkisini de derinden etkiliyor ve huzursuzluğunu artırıyordu.

 

Evine döndüğünde, karısının perişan bir hâlde olduğunu gördü. Gözleri ağlamaktan çökmüş, yüzü solmuştu. “Geldin ha sen, kambur herif!” diye bağırdı karısı. “Bak, gör bizi ne hâle getirdin. Yiyecek aş bile bulamıyorken sen meyhaneye gidip kendine şölen yaşatıyorsun. Tanrı seni cezalandırsın! Evet, seni cezalandırsın!” Kadın bu sözleri söyledikten sonra adamın suratına tükürdü ve evin kapısını sertçe çarparak uzaklaştı.

 

Ardından, bir arabanın yaklaştığını duydu. Karısının peşinden giderek dışarı çıktı ve evlerinin önünde siyah bir klasik arabanın durduğunu gördü. Bir şahsın karısına parlayan gözlerle baktığını ve karısının da şahsın kollarına sığınmak istediğini hissetti. Bu durum, onun baştan aşağı kaynar sular dökmüşçesine yalpalamasına sebep oldu. Karısının onu terk edip başka birine yönelmesi, kişisel değersizlik duygularını daha da artırdı. Aynı zamanda, karısının acizliği ve ona olan ihtiyacı, kendi yetersizliğini daha derinden hissetmesine neden oldu. Bu olay, psikolojik ve duygusal olarak daha da derinleşmesine yol açtı.

 

Karısı, oldukça güzel bir kadındı ve adam onu nasıl etkilediğini, hatta nasıl evlendiğini bile hatırlamıyordu. Sadece onu sevmişti ve bu sevgisi karşılık görmüştü. Ancak şimdi terk edilmişti. Bu olayın etkisinden kurtulamadı, birkaç gün boyunca kendisini eve kapatıp yemek yemeyi ve içmeyi bıraktı. Parasının da tükenmesiyle birlikte evine haciz gelmiş, insanlar mal varlığına el koymaya başlamıştı. Artık işinden de olmuş, her şeyini kaybetmişti.

 

Tek yaptığı şey, mutlu olduğu bir şeyi yapmaktı; midesine şölen yaşatmak. Ancak adamın bir hatası vardı: Kendi arzularına engel olamamış, tüm hayatını mahvetmeye göz yummuştu. Şimdi bunun acısını çekiyordu. Bu durum, derin bir çöküntüye neden oldu ve onun yaşamın anlamını sorgulamasına yol açtı. Kendi iradesinin zayıflığı ve zihnen çatışmaları ile başa çıkmaya çalışırken, hayatın karmaşıklığını ve insanın kendi kaderini belirleme gücünü düşündü.

 

19 yaşında, bir çok edebi türü kaleme almaya çalışan meftun bir burjuva
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.