SÖZ
Her gün ki gibi yine işine gitmek için yola koyulmuştu genç adam. Genelde bu saatlerde çıkardı evinden. O sabahta öyle olmuştu, tam saat 07.45’de kendini kapının önünde bulmuştu. Seviyordu rutin yaşamayı. Hep aynı yoldan giderdi iskeleye, iş yerine gitmek için vapuru kullanırdı. O gün de, her zaman ki günlerden biriydi; mevsimlerden kış aylardan ocak, günlerden ise cuma idi.
Kış olmasına rağmen hava çok soğuk değildi ve rüzgâr hafif hafif yüzünü okşuyordu. Güneş ise çok uzakta olmasına rağmen mehtabı pembeye boyamıştı. Genç adam vaktinde gelmişti, fakat vapur henüz ufukta gözükmüyordu. Banka oturup beklemeye başladı. Yüzü denize dönük oturdu ve deniz her zamankinden farklı geldi gözüne, rengine renkler karışmıştı. Bulutlara karışmıştı aslında, beyazlar pembe olmuş deniz ayna olmuştu gökyüzüne. Bakışları mehtabın ve manzaranın ötesine geçmişti, pembe bulutlar sarmıştı hatıralarını. Pembeyi sevmezdi, çünkü kırmızı karışmıştı beyaza, ak ve aldan çalmıştı rengini…
Meleğinin, hatırına gelmesi gözlerini doldurmuştu. Yıldırım aşkıydı onlarınki. O gece görmüştü ilk kez ürkek bakışlı Ceylan’ını… Siyah takım içinde çok yakışıklı ve şık görünüyordu adam. Genç kız ise beyaz uzun bir elbise giymişti, beyaz hiç bu kadar güzel değildi o ana dek. Şimdiye kadar gördüğü bütün beyazlar gri olmuştu. Gördüğü güzelliğin karşısında donup kalmıştı, onlarca insan içinde bir tek o çakıyordu gözlerinde, genç kız ise boncuk boncuk ona bakıyordu.
O an başladı hikâyeleri… Kader artık onlar için yazılıyor, şiirler yeniden mısralara diziliyordu. O andan sonra ezbere bilinen bütün hikâyeler mutlu sonla bitiyor, şarkılar tekrar besteleniyordu. Gün artık onlar için doğuyor, onlar ise birlikte siyaha boyuyordu geceleri.
Âşık ile maşuk artık kendi hikâyesini yazıyordu…
O akşam güneş yerini aya bırakmıştı. Ay ve yıldızlar denizin üstünde salınıyor, arka fonda cır cır böcekleri eşlik ediyordu genç adama.
“ İkimiz birden sevinebiliriz, göğe bakalım!
Şu kaçamak ışıklardan, şu şeker kamışlarından,
Bebe dişlerinden, güneşlenme yaban onlarında,
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar.
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut.
Bu evleri atla, bu evleri de bunları da
Göğe bakalım!”
Kavuşma vakti gelmişti artık.
Seni seviyorum diye ekledi adam.
“Ben de seni seviyorum ama bana söz ver.” dedi genç kız. “Sonsuza dek ikimiz için de seveceksin! Söz mü?”
“Söz!”
Ve sözünü tuttu!
Bir gün beyaz elbisesi kırmızıya boyandı genç kızın, kan kırmızı!
Yarım kaldı; şiirler, şarkılar, masallar… Mutlu son olmadı onların masalında. Biliyormuşçasına söz vermişlerdi oysa. Artık iki kişilik sevecekti genç adam, ve artık sevemeyecekti. Beyazlar gri olmuş, bütün renkler renk değiştirmişti onun için. Sevmezdi pembeyi bu yüzden.
Birden vapurun sesiyle irkildi, gitmeliydi. Gözünden yaşlar süzülmesine rağmen üzgün değildi, çünkü binde bir denk gelirdi böyle bir aşk. Ya hiç görmeseydi ya hiç hissetmeseydi bu duyguları. O yüzden şanslı görüyordu kendini, o kadar hissizliğin içinde bu derin duyguları hissetmişti.
Yerinden kalkıp vapura bindi ve gitti…