ANTİDEPRESAN GÜLÜMSEMESİ
Bölüm 1
Karşıdan gelen biri vardı. Karanlık bir sokakta yürüyordu, ikide bir sendelemesinden kafasının iyi olmadığı belliydi, gözleri kapanıyordu. Ama yorgunluktan değildi bu, gözlerindeki yaşlar ona ağır geliyordu. Bağırmak istiyor ama bunu sadece içinden yapabiliyordu. Nereden mi biliyorum? Ben de o anları yaşadım; kimi zaman korkuyla, kimi zaman heyecanla, bazen de ikisinin iç içe geçtiği o tuhaf duyguyla. O küçük kızı, altında durduğum sokak lambasının ışığında izliyordum. Küçüklüğüme ne kadar benziyor, diye düşündüm. Fakat o an kalbim sıkıştı… Çünkü o sadece bana benzemiyordu; o, benim çocukluğumdu. İşte fark ettiğim an buydu. Bu gerçek değildi. Sokak lambasının solgun ışığı altında izlediğim o küçük kız… O ben değildim ya da belki tam da bendim. Bir an için her şey birbirine karıştı; geçmişle şimdi, hayalle gerçek… Psikiyatri ilaçları zihnimle oyun oynuyordu sanki. Görüntüler dalga dalga gözümün önünden geçiyor, sesler birbirine karışıyordu. O küçük kızı kurtarmak istedim; ona koşmak, elini tutmak, ‘‘Korkma!’’ demek istedim ama sesim çıkmadı. Boğazımda görünmez bir düğüm, ayaklarımda ağırlık… Sokak lambasının titrek ışığı altında donakaldım. Zaman durdu. Sadece kalbimin çarpıntısını ve kulaklarımda yankılanan sessiz çığlığımı duyabiliyordum. Ve o an her şeyin ne kadar kötü olduğunu anladım.
Gözlerimi açtığımda karşımda bembeyaz bir duvar vardı. Kafamı sola çevirdiğimde, yelkovanı akreple aynı noktada donmuş bir saatle bakıştım. Kafamı öteki yana çevirdiğimde, karşımda en son görmek isteyeceğim kişiyi buldum: Psikolog beyefendi. Bu adı ona ben taktım. İnsanın sinirini bozacak kadar sakin ve düzenli. Ve şimdi, bu dört duvarın arasında olmamın asıl nedeni de o. Yine o tanıdık gülümsemesiyle bana bakıyordu. Komik olan şu ki, yüzüme istemeden yerleşen bu gülümsemeleri de bana o vermişti. Onun da bir adı vardı: Antidepresan gülümsemesi…
Duvarda asılı olan şeylerden nefret ederdim. O çerçeve… Çok korkunçtu. Sanki her defasında bana bakıyor, içimdeki korkuyu yüzüme yansıtıyordu. Başımı ellerimin arasına aldım, dizlerimin üzerine çöktüm. Vücudum kendi kendine sallanıyordu; sanki o hareket beni bir nebze olsun hayatta tutacaktı.
Bir el uzandı önüme, Psikolog beyefendiydi. Elinde yine o tanıdık ilaçlar vardı.
— İstemiyorum… dedim, sesim neredeyse fısıltıya dönüşerek.
O ise her zamanki o sakinliğiyle, yüzünde hiçbir değişiklik olmadan cevap verdi:
— İçmelisin, lütfen.
Bir an durdum. Ellerim titredi. Mecburen uzandım ve ilaçları elinden aldım.
Yüzüne baktım. O da beni suçluyordu, bunu hissediyordum. Ama diğerlerinden farklıydı, en azından, hâlâ yanımda duruyordu.
Beni buraya, bu tımarhanenin dört duvarı arasına kapatan, o gün yere yığılıp “Ben katilim!” diye haykırmamdı. O an, kendimi çocukluğumu öldürmüş gibi hissetmiştim. Amacım da oydu. Kimse neden o çığlığı attığımı sormadı; herkes bunun bir sanrı, bir halüsinasyon olduğunu düşündü. Halbuki her şey o anki kadar acımasızca ve gerçekti: Bugün gördüğüm o küçük çocuk, ellerimin arasında can vermiş, yere usul usul yığılmıştı. O görüntü zihnime kazındı; sustum, bağırdım, ama içimde taşıdığım gerçekliği kimseyle paylaşamadım.
Sadece psikolog beyefendinin:
— “İyi misin? Sen kimseyi öldürmedin, sakin ol… Buradayım ben.”
dediğini hatırlıyorum.
Tabii ona asla karşılık vermedim. Her gün yanıma gelip gitti, benimle uzun uzun konuştu. Her seferinde cevapsız geri döndü.
Sonra ilaçlarım başladı. Lanet olası antidepresanlarım…
Ona ne anlatabilirdim ki? O çocuğu ben öldürmemiştim; belki gerçekten öyleydi. Ama hayatıma giren o iğrenç insanlar öldürmüştü onu. Hatta öldürmek yetmemiş, yasaklarıyla kınamışlardı o çocuğu. Psikolog konuşurken, ben sadece o görüntülerin içinde savruluyordum.
Onlar beni öldürdüler ama bu antidepresan ilaçları bana kaldı. O yasaklarıyla, o yargılarıyla beni bu hale getiren insanlar… Şimdi neredeydiler? Yoktular. Çünkü istediklerini başarmışlardı. Beni kendimden vazgeçirecek kadar yormuş, sonunda kendimi öldürmeme sebep olmuşlardı.
Katil onlardı, ceza ise gene banaydı…