HAYALİ KAHRAMAN

İstanbul trafiğinde, rengine kimisinin yeşil kimisinin mavi dediği bir otomobil. Yanından geçen araçlardaki yolcuların renk konusundaki kararsızlığı bir yana, otomobilin sürücüsü dikkatleri kendi üzerine toplamıştı çoktan. Kendi kendine konuşuyor, arada ses tonu yükseliyordu.
Arabanın penceresi açık olduğu için kendi kendine konuştuğu anlaşılıyor fakat ne dediği hakkında sadece tahminde bulunulabiliyordu. Her gün trafikte ayrı bir olaya şahit olan İstanbul sürücüleri, bir olaya daha şahit olmanın merakıyla bu adamı inceliyordu. Adamın bunun farkında olup olmadığını bilmek mümkün görünmüyordu. Akan trafikte bunu öğrenemeden yollarına devam edeceklerdi. Yanından geçen her araçta meraklı gözler birkaç saniyeliğine adama bakıp mecburen uzaklaşıp gidiyorlardı.
Kulakları tırmalayan bir korna sesi caddede yankılandı. İlgi odağı olduğunun farkında olmayan Akif, rüyadan uyanmış gibi etrafına bakındı. Aynada ona öfkeyle bakan okul servisinin şoförüyle göz göze geldi.
_Ne yapıyorsun kardeşim? Kaza yaptıracaktın bana. Ehliyetini bakkaldan mı aldın? Kaç tane can taşıyoruz burada!
Akif, bir yandan ne olduğunu anlamaya çalışıyor bir yandan da uzaklaşıp gözden kaybolmak istiyordu. Anlaşılan o ki yine Tarık’la konuşmaya dalmıştı. Arkadaki servis aracıyla arası açılmasına rağmen şoförün öfkeli sesini hâlâ duyuyor gibiydi. Bir yandan da vicdanının sesi sazı çoktan eline almıştı. Şoförün sesi duyulmuyordu artık ama ya vicdanının sesi? İşte ondan kurtuluş yoktu.
“Hep o Tarık yüzünden bütün bunlar. Şimdi ortadan kayboldu tabi. Daha fazla bu şekilde yaşayamam. Kaza yapabilirdim istemeden. Of! Ne diyorum ben? Ben nasıl onsuz olurum ki?” diye söylendi.
Caddeden biraz daha uzaklaştıktan sonra tali bir yola girdi. Nispeten sessiz sakin olan bu yolda bir ağacın altına park etti arabasını. Mevsim sonbahar olduğu için serince bir rüzgâr esiyordu dışarıda. Ağacın sararan yaprakları sakin sakin etrafa dökülüyor, içine sakinlik çöküyordu. İleride çöp konteynerinin yanında iki kedi bir çöp poşetini çekiştiriyorlardı.
Kedilerin iki metre solunda soluk yüzlü, zayıf, çelimsiz bir erkek çocuğu gözlerini kedilere dikmişti. Kendi çocukluğunu hatırladı Akif. Köyünde yaşadığı, kedilerin peşinde koştuğu o günleri. Zorluklar içinde okula gittiği zamanlar geldi aklına. Henüz ilkokula giderken karar vermişti yazar olmaya. Kitabının baş kahramanı bile belliydi. Adı Tarık olacaktı. İnsanlara yol gösteren, herkese iyilik yapan, güçlü, akıllı, adaletli, mükemmel bir insandı o. Herkes Akif’in kitaplarındaki bu kahramana hayran olacak, onun gibi olmak isteyecekti. Bunları düşünürken acı bir gülücük yerleşti yüzüne.
“Ne kadar çocukçaymış Tarık’ın mükemmel bir insan olduğuna inanmak. Hayatta mükemmel insan diye bir şeyin varlığına inanmak. Mükemmel insan Tarık ha! Tarık ha!” diyerek direksiyona başını vurmaya başlamıştı bile.
Elleriyle de direksiyonu tutuyor, başını vurmaya devam ediyordu. Alnı kızarıp canı iyice yanınca durabildi. Elleri titriyordu, yine krize girmişti. İçine düştüğü girdaptan bir türlü çıkamıyor, başı dönüyordu. Arabanın kapısını açtı, kendini dışarıya attı. Hâlâ başı döndüğü için yere oturdu. Az önceki çelimsiz çocuk artık kedilere bakmıyordu, hedef değiştirmişti. Meraklı gözlerle daha önce görmediği yabancıyı incelemeye başladı. Belki de içinden
“Hasta falan mı acaba? Arabası da ne güzelmiş.” diye geçiriyordu. Ürkek ve meraklı adımlarla yaklaştı:
-Amca iyi misiniz? Neden yere oturdunuz? Hasta mısınız yoksa? Abimi çağırayım mı? Benim abim çok güçlüdür, size yardım eder.
Akif, çocuğu göz ucuyla süzdü. Çocuğun sorularına cevap verecek hali yoktu. Ondan kurtulmak istiyordu ama bir yandan da kendi çocukluğunu hatırlattığı için yanından gitmesini istemiyordu. Çocuğun ince telli ve dağınık saçları, özensiz, eski püskü kıyafetleri Akif’in içinde çocuğa karşı acıma hissi uyandırmıştı.
_Teşekkür ederim küçük. Biraz başım döndü sadece. Biraz dinlenirsem geçer sanırım. Senin adın ne bakayım?
Küçüğün gözleri ışıl ışıl parlıyordu artık. Akif bunu hayretle gördü. Bir anda nasıl değişmiş, nasıl başkalaşmıştı. Belli ki kimsenin onunla ilgilendiği yoktu. Belki de ona teşekkür eden bile olmamıştı. Bunu düşünmek Akif’i yine içinden çıkamadığı girdaplara sürükler gibi oldu. Çocukluğuna dair acı bir hatıra görünüp kayboldu. Küçük, imdada yetişti; onu bu girdaptan çekip çıkarıverdi.
-Şimdi iyi misiniz peki? Şey benim adım Turgut. Dedem Turgut Özal’ı çok severmiş, o yüzden Turgut koymuş adımı. Ne güzel değil mi? Sizin adınız ne amca? Arabanız çok güzelmiş, uzaktan mı geldiniz buraya? O yüzden mi başınız döndü acaba?
Turgut konuştukça Akif kendine geliyor, içindeki yaşama sevinci nefes almaya başlıyordu. Bu çelimsiz vücudun içindeki masum yürek, Akif’i heyecanlandırmıştı. Bu eski püskü kıyafetlerin içinde ne kadar hayat dolu bir çocuk vardı. Tıpkı bir zamanlar Akif’in olduğu gibi. Sanki karşısında kendi çocuk hali duruyordu. Akif çok etkilenmişti. Şimdi Turgut’un abisini, anne ve babasını merak ediyordu; özellikle de abisini. Abisini yardıma çağırmayı teklif ettiğine göre onu tanıma imkanı olabilirdi. “O da ağabeyim Tarık gibi biri mi acaba?” diye düşündü ve içinde inanılmaz bir heyecan ve korkuyla konuşmaya başladı:
– Benim adım da Akif. Tanıştığımıza memnun oldum Turgut. Abin yardım etmeye gelir mi gerçekten? Hâlâ biraz başım dönüyor? Arabaya oturmama yardım ederse çok sevinirim.
-Tabi, yardım eder. Hemen çağırıyorum amca.
Turgut sevinç içinde koşarak yıkık dökük bir kapıdan içeri girdi. Birkaç dakika sonra aynı kapıdan 13-14 yaşlarında zayıf, uzun boylu, yine Turgut gibi eski kıyafetli bir delikanlı Akif’e doğru yürüyordu. Turgut yanında koşar adımlarla yürüyerek abisine ayak uydurmaya çalışıyordu. Bir yandan da heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyordu. Belli ki Akif’ten bahsediyordu.
Akif ise bu manzara karşısında maziye dalıp gitmişti. Maziden bir hatıranın sayfaları çevriliyordu adeta. İşte abisi Tarık onu yine omzuna almış samanlığa giden dar yolda koşmaya başlamıştı. Akif de kollarını iki yana açmış adeta samanlığın yanındaki incir ağacına kadar uçmuştu. Sonra da abisinin omzunda topladığı incirleri neşe içinde yemişlerdi. O gün hayran olduğu abisi Tarık, “Ömür boyu böyle omzumda olacaksın kardeşim, seninle hiç ayrılmayacağız.” demişti.
Akif’in buğulanan gözlerinin önünde bir siluet belirmişti. Bu maziden çıkıp gelen abisi Tarık’ın hayaliydi. İşte yine ona doğru yürüyordu. Akif aniden yerinden kalktı:
“Nerelerdeydin abi? Benim biraz başım döndü. Burada dinleniyordum.” dedi. Tarık ise kendinden emin bir ses tonuyla: “Ne yaptığının farkındayım. Kaç dakikadır burada oyalanıyorsun. Haydi artık yola devam etmeliyiz. O servis şoföründen kurtuldun, kaza da olmadı. Haydi yolumuz uzun.”
Akif, “Turgut’u bekleseydik, abisiyle gelecekti.” diyecekti; diyemedi. Her zamanki gibi çaresizce, “Tamam abi, haklısın. Gidelim.” diyebildi.
Arabaya bindi. Hiçbir zaman onu yalnız bırakmayacak olan abisi Tarık’ın hayali yine yanına oturmuştu işte. Kontağı çevirdi, araba hareket etti. Arabanın tekerlekleri sonbaharın rengarenk yapraklarını ezerek giderken geride biri üzgün biri şaşkın iki çift göz vardı. Sonra şaşkın olan üzgün olanı teselli etti:
“Üzülme kardeşim, amca iyileşti demek ki. Belki de acelesi vardı. Haydi yüzün gülsün artık.” Turgut:
“Ama abi, seni onunla tanıştıracaktım. Arabasına oturması için yardım edecektin. Hem arabasını da gösterecektim. Hiçbiri olmadı.” deyip dudağını bükmüştü. Abisi onun yüzünü güldürme konusunda kararlıydı: “Bak sana güzel bir haberim var. Senin almak istediğin top var ya! Onu alabileceğiz artık. Bugün yukarı sokaktaki teyzenin poşetlerini taşıdım. Hani şu bize çikolata veren teyze. Bana verdiği harçlık istediğin topu almaya yeter.”
Turgut’un yüzünde adeta güneş açtı, gözlerindeki bulutlar dağıldı.
“Gerçek mi bu abi? O mavi top değil mi? İnanamıyorum. Sen dünyanın en iyisi abisisin!” dedi ve sıkı sıkı sarıldı.
Beraber arabanın arkasında uçuşan yaprakları seyre daldılar. Tek katlı eski evin yıkık dökük kapısı aralandı. Sokağı yeni yapılmış taze yemek kokuları sardı. Sarı saçlı, pembe elbiseli bir kız seslendi: “Tarık abi, Turgut abi haydi eve gelin! Yemek zamanı, annem çağırıyor.”
Tasvirler gerçekten çok detaylı insanı içine çekiveriyor.Dünya klasiklerini okurken bende uyandırdığı hissi uyandırdı.Yazılarının devamını dilerim Ayşe hanımdan
Hissettirdiklerine çok sevindim. Teşekkür ederim.
sıcacık bir yazı olmuş. eski yesilcam filmi tadinda…tebrikler
eski yesilcam filmleri tadinda sicacik bi yazi olmus. hulusi kentmen li bi sahneyi izler gibi hissettim. tebrikler
Yorumunuz için teşekkür ederim.