KIBRIS 1974: TARİHİN TANIKLIĞINDA BİR ADALET HAREKÂTI

1571 yılında Osmanlı idaresine geçen Kıbrıs Adası, Karaman Eyaleti’nden yapılan iskânlarla kısa sürede Türkleştirildi. Ada, Osmanlı yönetimi altında farklı etnik ve dini grupların bir arada yaşadığı, göreli barış ve istikrarın hüküm sürdüğü bir coğrafya hâline geldi. Ancak bu huzurlu denge, 1878 yılında Osmanlı’nın Rusya karşısındaki zayıflığı nedeniyle İngiltere’ye “geçici” olarak bırakılmasıyla sarsılmaya başladı.
İngiltere, II. Abdülhamid’in stratejik kaygıları doğrultusunda adayı Rus tehdidine karşı koruma bahanesiyle işgal etmiş; 1914’te tek taraflı olarak Kıbrıs’ı ilhak etmişti. 1923 tarihli Lozan Antlaşması’nın 20. maddesiyle Türkiye, bu fiili durumu uluslararası planda tanımak zorunda kalmıştı. O andan itibaren, İngiliz yönetimi ada üzerindeki Türk ve Rum varlığına karşı giderek dengesiz, tarafgir ve ayrımcı bir yönetim sergilemeye başladı.
1930’lu yıllardan itibaren Rum toplumunda Enosis (Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması) arzusu, giderek radikalleşen bir milliyetçi programa dönüştü. Bu talep artık yalnızca bir siyasi hedef değil; Türk varlığını sistematik biçimde dışlamaya, tasfiye etmeye yönelen ideolojik bir tutumun parçasıydı. Ekim 1931’de patlak veren Rum isyanı, bu eğilimin ilk büyük kitlesel tezahürü oldu.
1950 yılında Doğu Ortodoks Kilisesi öncülüğünde gerçekleştirilen, uluslararası hukuk açısından geçersiz referandumda Rumların büyük çoğunluğu Enosis yönünde oy kullandı. Bu siyasal atmosferde, 1955 yılında kurulan EOKA (Ethniki Organosis Kyprion Agoniston) adlı örgüt, sadece İngiliz yönetimine karşı değil, Kıbrıslı Türklere karşı da şiddetli ve kanlı eylemlere girişti.
EOKA’ nın hedefi açıktı:
Kıbrıs Türkü ya adayı terk edecekti ya da yok edilecekti.
Türk köyleri sistematik olarak basıldı, evler yakıldı, kadınlar ve çocuklar hunharca katledildi. Türklerin yaşadığı yerleşim yerleri sosyal ve ekonomik abluka altına alınırken, Rum polis güçleri tarafından hukuk dışı tutuklamalar, işkenceler ve linç girişimleri gerçekleştirildi.
21 Aralık 1963 gecesi başlayan ve tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen saldırılarda tam 103 Türk köyü hedef alındı; yüzlerce insan hayatını kaybetti, binlercesi yurtlarından sürüldü. Dönemin tanıklarından biri olan İngiliz Daily Herald gazetesi muhabiri şu ifadeleri kullanmıştı:
“Türk evlerine geldiğimde dehşete düştüm. Duvarlar dışında tamamen yok olmuşlardı. Bir napalm saldırısının bile bu kadar büyük bir yıkım yaratabileceğinden şüphe etmekteyim.”
(Stephen, Michael. The Cyprus Question, 1997)
Bu ağır kuşatma ve etnik temizlik girişimi karşısında Kıbrıs Türk halkı, varlığını korumak için öz savunma yapılanmalarına yöneldi. Dr. Fazıl Küçük’ün siyasi liderliği, Rauf Denktaş’ın hukukî ve teşkilatçı dirayetiyle Kıbrıslı Türkler, yıkıma karşı umutla örülmüş bir direniş cephesi inşa etti. Ancak 1963–1974 yılları arasında uluslararası toplumun tepkisizliği, Rum tarafının saldırganlığını daha da körükledi; çözüm umutları birer birer karanlığa gömüldü.
20 Temmuz: Adaletin ve Şehadetin Tarihi
1974 yılına gelindiğinde, Yunanistan’daki askeri cunta yönetimi, Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios’a karşı bir darbe gerçekleştirerek yerine EOKA bağlantılı Nikos Sampson’u getirdi. Bu gelişme, Enosis’ in fiilen ilanı; Kıbrıslı Türkler içinse mutlak bir yok oluşun habercisiydi.
Ve işte bu noktada, tarih yeniden ayağa kalktı:
20 Temmuz 1974 sabahı, Türkiye Cumhuriyeti, Zürih ve Londra Antlaşmalarının 4. maddesinden doğan garantörlük hakkını kullanarak Kıbrıs Barış Harekâtı’nı başlattı.
Bu müdahale; yalnızca askeri bir hamle değil, tarihsel, hukuki ve insani açıdan meşru ve zorunlu bir varlık mücadelesiydi. Bir halkın can havliyle tutunduğu son dallardan biri; bir milletin evlatlarına “artık dur!” dediği andı bu.
Mehmetçik karaya ayak bastığında, geriye yalnızca harabeler kalmıştı;
duvarlara sinmiş feryatlar, toprağa gömülmüş çocuk çığlıkları,
ve bir tabutun kenarında diz çökmüş anaların sessiz haykırışı…
Ve bu toprak bir kez daha al kanla sulanarak vatanlaştı.
Şehitlerin Sessizliği
Kıbrıs Harekâtı’nda 498 Mehmetçik şehit oldu.
Kimisi daha 19 yaşındaydı.Sabah annesinin boynunu öptüğünde,
“Şehitlik bana yakışır mı, ana?” diye soranlar vardı.
O analar,feryatlarını gökyüzüne ssavurdu. Ama acılarını yüreklerine gömdüler.
Ve o gömülen acılar, bir vatanı yeniden ayağa kaldırdı.
Zaferin Askerî Gerçekliği
Barış Harekâtı, askerî açıdan da modern tarihin en disiplinli ve hızlı müdahalelerinden biri olarak kayda geçti. Türk Silahlı Kuvvetleri, sivillere zarar vermemeye azami dikkat göstererek yalnızca stratejik hedefleri gözetti. Üç gün içinde önemli noktalar ele geçirildi, 14 Ağustos’ta başlayan ikinci harekâtla adanın kuzeyi tamamen kontrol altına alındı.
Bu başarı; sadece bir ordunun değil, bir milletin ordusuna duyduğu sarsılmaz güvenin eseridir.
Bir Bayraktan Daha Fazlası
Bugün Kıbrıs’ta özgürce dalgalanan Türk bayrağı, sadece bir simge değildir.
O bayrak;
bir direnişin,
bir adaletin,
bir şehadetin izidir.
Mehmetçik, o adaya sadece silah taşımadı.
Bir halkın onurunu sırtladı.
Bir milletin tarihini ve ahını omuzladı.
Ve tarih bir kez daha haykırdı:
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır,
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir…
(Orhan Şaik Gökyay)