HÜZÜN VE HUZUR DOST MUDUR?

Çok tanıdık, yakıcı ama yumuşak bir sessizlikle dokunuyordu içime hüzün. Sanki sevimli ve huzurlu bir kucağa bırakmıştım kendimi.
Boğazımda biriken soluğu, içlenmenin eşiğinde ciğerime çektim; sonra gevşeyerek verdim dışarı. O soluk inerken içime, hüznün tatlı yanı soluk boruma usulca dokundu; çıkarken de aynı tatlılıkla geriye çekildi.
Ve her nefeste biraz daha huzur verdi hüzün bana.
Gerçekten, o an yatakta uzanırken kendimi hüznümün sıcak kucağında hissediyordum. Sırtım, güven dolu göğsüne yaslanmış; saçlarım, omuzlarına huzurla karışmıştı.
Şefkatli eli göğüs kafesimin tam ortasına, duyguların yuvasına dokunuyor; sakince, şifalı bir dokunuşla beni okşuyordu.
Güzelce teselli ediyordu içimi.
Gözyaşlarım bu kez kıpırdamadı bile.
Ki gerek de yoktu.
O an, hüznün derin ve sıcacık kucağının koruyucu huzuru tüm benliğimi sarmıştı.
Ve düşündüm: Hüznün adından bile korkan insanlığa, aslında özünde bir huzur ve sıcaklık taşıyan bu duygu ne garip bir yardım edendi.
Galiba insanın göğsünü acıyla alevlendiren de, yaktığı o ateşi söndüren de yine oydu.
O an anladım:
Huzurumun kaynağı, en nihayetinde hüznümdü.
Evet…
Hüzün ve huzur, belki de eski dostlardı.