GÖKYÜZÜNÜN UNUTULAN MAVİSİ

Geçti onca gün,
Arkasında ağır gölgeleri bırakarak.
Gökyüzü bir şenlik sofrası kurmuştu oysa
Her tabakta ışık, her bardakta sevinç.
Yağmurlar indi sonra;
Bozkırın susuz damarına değil,
İnsanın gönlündeki çatlağa.
Nice gökkuşakları doğdu
Bir tebessüm kadar yaşayıp kaybolan.
İnsan nankördü.
Ekmeğin bereketini değil,
Yoksulluğun sofrasızlığını hatırladı.
Bir Kahkahanın sıcaklığını değil,
Suskun dudakların taşlaşmasını.
Ve şiirler yazıldı;
Hep kara bulutlara
Yalnız kalanlara.
Yarım kalmış şarkılara.
Oysa… Mutluluk da vardı.
Öyle ulaşılmaz da değil!
Tenha bir sabahın kuş sesinde,
Bir çocuğun gülüşü,
Bir dostun göz kırpışında.
Ama insan, tartarken anıları,
Hüznü ağır çekti terazisinde;
Mutluluğu hafif
Kederi ölümsüz bildi.
Belki de bu yüzdendi;
Şu anın ışığında bile,
Karanlığı aramamız.
Bir gülüşün ardından,
Yas tutmamız.
Çünkü daha uzun ömürlüydü keder
Varlığını hasretiyle yok saydığımız sevinçten.
Ey insan,
Sen ki göğe bakınca
Hep fırtınayı görür,
Gökyüzünün mavisini unutursun.
Sen ki gülüşlerin değil,
Suskunlukların izini sürersin,
Hep de eksik yanını hatırlarsın zamanın
İşte bundandır ki şiir,
Hep kalbin puslu tarafında ithaf buldu.