Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Afyon 15°C
Açık
Afyon
15°C
Açık
Per 19°C
Cum 20°C
Cts 19°C
Paz 19°C

KADERİMİZ AVUÇLARIMIZIN İÇİNDE

KADERİMİZ AVUÇLARIMIZIN İÇİNDE
28 Ekim 2025 19:10
113
A+
A-

“Doğduğumuz ev kaderimiz midir, yoksa kaderimiz kendi ellerimizde mi şekillenir?” Aslı, bu sorunun cevabını yıllarca aradı. Sessiz ama baskıyla örülmüş bir evde doğmuştu. Düşüncelerini dile getirmek yasak, kahkahası bile ayıptı. Evdeki sessizlik huzurdan değil, korkudan besleniyordu. Annesinin sürekli izleyen gözleri, babasının otoriter sesi, evin her köşesine sinmişti. Her sabah aynı dualarla uyanır, aynı yasaklarla günü tamamlardı. Bu evde özgürlük, hiç esmemiş bir rüzgârdı. Ama Aslı kaderini bu duvarlara bırakmak istemiyordu. İçinde küçük bir ışık vardı; sönmeye direnen, umutla titreşen bir ışık…

O ışık ona fısıldıyordu: “Kurtuluşun bir yolu var.” Derslerinde hep başarılıydı. Üniversiteye gitmek onun için yalnızca bir hedef değil, zincirlerini kırmanın anahtarıydı. Ailesi elbette karşı çıktı. “Kadın dediğin okur muymuş hiç!” diyerek söndürmeye çalıştılar o ışığı. Ama Aslı yılmadı. Her formülü ezberlediğinde, her satırı okuduğunda yalnızca bir sınava değil, kendi kaderine karşı savaşıyordu. Mum ışığında geçen geceler, onun sessiz direnişiydi.

Ve sonunda başardı. Kazandığı şehir İzmir’di. Çoğu öğrencinin hayali, tam üniversite şehiri. Deniz kokan, güzel manzaraları olan, rüzgârı bile özgür esen bir şehir… Ailesi içinse “fazla açık, fazla serbest” bir yerdi. İzmir’ e gitmek kötü yollara sapmak demekti onlar için. Babası bu fikre günlerce direndi. Annesi araya girip zar zor ikna etti: “Tanıdıkların yanında kalır, merak etme.” Ama işler planlandığı gibi gitmedi. Tanıdıklarının evi doluydu, yurda da kontenjan kalmamıştı.

Aslı, bavuluyla ortada kaldı. Bir gece boyunca otogarda bekledi, karanlık ıssız değişik insanların bavullarıyla gelip geçişini izledi sadece. Sabah olunca kalacak bir pansiyon buldu. Küçük, rutubet kokulu kötü bir odaydı burası kedi yavrusunu kaybetse bulamazdı ama o odayı bile kendisine ait hissetmesi onu mutlu ediyordu. O daracık odada ilk defa perdeleri kendi elleriyle açtı. İzmir sabahının tuzlu, tatlı serin havası yüzüne vurduğunda, yıllardır unuttuğu bir hisle tanıştı: Kendisi olabilme ihtimali. Ama özgürlük, sanıldığı kadar kolay değildi.

Büyük şehrin sokakları büyüleyici ama ürkütücüydü.  Kordon’da yürürken kalbi hem korkuyla hem umutla atıyordu. Kemeraltını gezdi vitrindeki kıyafetleri hayran hayran inceledi, dükkânları gezdi onun yaşadığı şehirle alakası yoktu sanki burası farklı bir evrendi. Kimse onu denetlemiyordu artık; eve geç kalma korkusu, birinin babasına haber vereceği kaygısı yoktu. Yine de geçmişin sesi kulağında fısıldıyordu:

“Usul ol kızım, dikkat et.”

İlk gün tanıştığı biri, onu arkadaş grubuna davet etti. Dört kişiydiler: iki kız, iki erkek. Aslı, onların rahatlığını, farklı dünyasını hemen fark etti. Ama o, alışkanlıklarını gizlemek zorundaydı. Öğle arasında gizlice camiye gitti. Abdest aldı, hızlıca namazını kıldı. Geri döndüğünde gecikmesine bahaneler buldu:

“Bir işim uzadı.”

Her dışarı çıktığında sırt çantasına seccadesini koyuyor, fırsat buldukça namazını kılıyordu. Arkadaşlarının onu yargılayacağından korktuğu için bu yanını saklıyordu.

Bir gece, arkadaşlarının ısrarına dayanamadı. Alsancak’ ta bir eğlence mekânına gittiler ama masadaki kadehler ona çok yabancıydı.

“Bir yudumdan bir şey olmaz,” dediler. Aslı tereddütle kadehi eline aldı. Bir yudum içti. Boğazı yandı, midesi bulandı. Lavaboya koştu, kustu. Aynadaki yüze baktığında gözlerinde pişmanlık ve vicdan azabı hissetti. O an anladı: Kaçmak, sadece bedenen uzaklaşmak demek değildi. Zihni hâlâ o evin duvarları arasındaydı.

O günden sonra özgürlük onun için başka bir anlam kazandı. Artık özgür olmak, kimsenin sesine kulak vermemek değil; kendi sesini bulmaktı. Başını açtı, çünkü artık öyle hissettiği için. Ne ailesine inat, ne başkalarına kanıt için… Sadece kendisi olduğu için. İsterse yeniden takacak, isterse açık gezecekti.

Erkek arkadaşı oldu; babasının dediği gibi “kötü” bir şey olmadığını anladı. İçinde bir bir yıkıldı katı kalıplar, “ayıp” ve “günah” kelimeleri anlamını yitirdi.

Artık kimseye bir şey kanıtlamak zorunda değildi. Ne ailesine “itaatkâr”, ne arkadaşlarına “özgür” olduğunu.

Bir sabah, Alsancak’ta arkadaşlarına açık açık söyleyerek namaz kıldı; kimseye açıklama yapmadan. Bir akşam, arkadaşlarının yanında sadece gülümsedi; İçmeden de mutlu olunabileceğini fark etti. Anladı ki özgürlük, içindeki sesi susturmak değil, onunla barışmaktı.

Bazen geceleri, pansiyonun sessizliğinde telefon ekranında annesinin adı yanıp sönerdi. Aramamakla aramak arasında kalırdı. Annesi “İyi misin?” diye sorsa, “Aslında evet,” diyemezdi. Çünkü “iyi olmak”, artık başka bir anlama geliyordu.

Evde “iyi kız” olmak susmaktı. Burada “iyi olmak” kendini duymaktı.

Yıllar geçti.

Okul bitti.

Ailesi hâlâ aynı evde, aynı cümlelerle yaşıyordu. Ama Aslı, o sessiz evin küçük kızı değildi artık. Arada eve gittiğinde babasının sert bakışlarına öfkeyle değil, anlayışla karşılık veriyordu. Onların dünyası küçük bir odada başlayıp orada bitmişti. Ama o, kendi kapısını çoktan açmıştı.

Şimdi İzmir’de, küçük ama ışık dolu bir evde yaşıyor. Sabahları kendi demlediği çayı yudumlarken pencereden denize bakıyor ve sessizce gülümsüyor. Artık evdeki sessizlik korkudan değil, huzurdandı. Bir zamanlar zincir saydığı inançlarını şimdi kalbinde bir bağ gibi taşıyordu.

Bazen annesi hâlâ arar:

“Namazlarını kılıyor musun kızım?” Aslı gülümser. “Evet anne… İçimden geldiği gibi.” der. Annesi bu cevabı tam anlamasa da içinde bir doğruluk hissederdi. Çünkü Aslı sonunda anlamıştı: Kurtuluş, geçmişi silmek değil, onunla barışmaktı. Ve özgürlüğün en saf hâline ulaşmıştı:

‘Kendine sadık kalmak.’

 

 

Merhabalar, ben Yağmur. Hayatın ayrıntılarından ilham alıyor; gördüklerimi, yaşadıklarımı, duygularımı yazıya aktarmaktan keyif alıyorum.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.