ASİMPTOT: VAROLUŞUN YARIMLIĞI ÜZERİNE BİR DÜŞÜNCE

“Yüreğimin her zerresine sahip o dudaklar şöyle fısıldadı: ‘’Bazı şeyler yarım kalınca daha hoş oluyor.” O an içimde bir matematik çizgisi değil, bir varoluş yarığı oluştu. Tamamlanmamış bir şeyin güzelliği, tamamlandığında kaybolan şeyin kederiyle kardeştir. Sözcük, bir fısıltı gibi değil, bir hakikat gibi çarptı içime. O günden sonra anladım ki bazı kavuşmalar, olmamalarıyla daha büyük bir gerçeklik kazanır.
İnsan ne garip varlık… Ulaşamadığına anlam yükler, dokunamadığını kutsar. Oysa sahip olduklarımız, zamanla sıradanlaşır. Ait olduklarımızsa sessizce bizden eksilir. Ama ulaşamadığımız, hep bir adım ötede, içimizde yankılanmaya devam eder. Tıpkı bir asimptot gibi. Asimptot, geometriye ait bir kavram olabilir. Ancak insan kalbine en çok dokunan şeyler, bazen bilimden alınma bir terimin altına gizlenir. Bir doğru ile bir eğrinin sonsuza dek yaklaşması ama asla kesişmemesi… Kesişememek değil bu; sonsuzca yaklaşmak, belki de aşkın, arzunun, insanın tüm trajedisinin tanımı.
Nietzsche der ki:
“İnsan, ulaşamadığı şeylerin peşinden koşar; ulaştığında ise artık istemez.” Asimptotik bir aşkın içinde çırpınan kalbin hâlidir bu. Her adımda daha da yaklaşılır, her gün biraz daha sevilir… Ama ulaşma fikri bir son gibidir. Çünkü bazı duygular sonsuzca sürmelidir. Bitmek, onların doğasına terstir. Bu yüzden gerçek aşklar hep yarım kalır. Gerçek dostluklar hep biraz mesafeyle parlar, yani hakikatler hiçbir zaman tam olarak bilinemez ve görülmez. Çünkü her “tamamlanma” o şeyi sınırlar, ona bir şekil verir. Ama yarım kalan her şey, kendi sonsuzluğunda var olmaya devam eder.
Şems-i Tebrizi şöyle der:
“Yarım kalan şey, her zaman iç burkar. Ama bazen, en büyük tamlıklar da o yarımlarda gizlidir.” Biz, her yaklaştığımızda biraz daha büyürüz. Her eksikliğimizde biraz daha tamam oluruz. Çünkü eksiklik, insanı arayışa zorlar ve bu arayışın kendisi, insanın en sahici hâlidir. Asimptot, yalnızca bir çizgiyle bir eğrinin dansı değil, aynı zamanda insanla hakikatin, insanla insanın, insanla kendinin kesişemeyen yakınlığıdır.
Belki de bu yüzden bazı bakışlar kavuşmaz, bazı eller tutuşmaz, bazı cümleler söylenmez. Çünkü onların görevi kesişmek değil, yakın kalmaktır. Ve yakın kalmanın hüznünde, çok derin bir şiirsellik gizlidir. Aynı zamanda çok derin bir gerçek…
Bazı hisler konuşulmaz, çünkü dile gelirse eksilir. Bazı aşklar yaşanmaz, çünkü yaşanırsa tükenir. Bazı insanlar unutulmaz, çünkü onlar hiç tam olarak bizim olmamıştır. Onlar, hep o çizginin hemen yanında, göz ucunda, kalp kıyısında kalır. Ve belki de bu, hakiki olanın tek tanımıdır: Ulaşılmazlıkta gizlenen süreklilik. Asimptot olmak, bir varoluş biçimidir. Yaklaşmak ama dokunmamak… Sevmek ama sahip olmamak… Anlamak ama ifade etmemek… Bu, yalnızca aşkın değil, tüm hakikatlerin yazgısıdır. Çünkü hakikat de asla tam olarak kavranamaz. Hep bir parça eksik kalır. O eksiklik, hakikatin şiiridir.
“Bazı şeyler yarım kalınca daha hoş oluyor.”
Çünkü bazı şeyler, tamamlandığında değil, eksik bırakıldığında sonsuz olur.
Asimptot gibi…
Hep yaklaşırsın…
Ama dokunamazsın.
Ve belki de dokunamamak, en derin dokunuş biçimidir. Sır, asla dokunamamakta saklıdır.