KÜLLERİN ÜLKESİ GAZZE

Bir gün, bütün ezanlar aynı anda susturulacak,
bütün çocuklar aynı anda yetim bırakılacak.
Ben biliyorum.
Çünkü bu toprak, daha önce de ihanete uğradı
kendi kardeşleri ve bütün dünya tarafından.
Her sokakta, unutturulmak için yükselmiş
sessizlik kuleleri var.
Ve o kulelerin gölgesinde, göğe bakan çocuk gözleri…
Adı kayıtlarda yok,
ama çığlığı hâlâ duvarlarda yankılanıyor.
Ben yürüdüm,
yürüdüm Gazze’nin yanan sokaklarında.
Kömürleşmiş bir duvarın üstüne yazılmıştı:
“Vatan, ölümü göze alabilenlerin mirasıdır.”
Yanına bir çocuk, parmağıyla kanını sürmüş:
“Ve ölümü çoktan tüketenlerin.”
İnsanlar ekranlarda alkış tutarken
bir annenin kalbi paramparça oluyordu.
Birleşmiş Milletler kürsüsünde sözler uçuşurken
bir baba, oğlunun defterini kefen yapıyordu.
Kimse görmedi.
Çünkü görmek, ekran icadından önceki bir yetenekti.
Ben soruyorum:
Ne zaman kaybettik ellerimizin duasını?
Ne zaman, suyun kıyısında susuz kalmayı öğrendik?
Hangi şairin defteri yakıldı da
dilimizdeki bütün kelimeler, uçakların gölgesine satıldı?
Şimdi,
bir şehir yanıyor içimde.
Bir yangın ki, külleri bile zehirli.
Ve biz, kendi çocuklarımızı bile
mezarsız bırakıyoruz.
Bir gün, hepimiz birer harf gibi düşeceğiz yere.
Ama o gün geldiğinde
çocuklar toprağı öpecek.
Çünkü bizden geriye kalan tek şey,
yeryüzüne kazınmış bir direniş duası olacak.
Gazze,
adını söyleyen herkesin dilinde
kan tadı bırakıyor.
Gazze,
dünyanın vicdanında açılmış en kara yara.
Ve biz,
bu yarayı her gün yeniden kanatıyoruz.
Ama bilinsin:
Her bomba bir tohum gibi düşüyor toprağa.
Her yıkıntının altında
yeni bir hayat filizleniyor.
Her şehit, göğe açılmış bir dua gibi
gökyüzünü ağırlaştırıyor.
Ben biliyorum.
Bir gün, bütün çocuklar yeniden gülecek.
Bir gün, külleri bile temiz olacak bu toprağın.
Ve o gün geldiğinde,
bütün dünya diz çökecek
Gazze’nin önünde,
çünkü o gün, insanlık yeniden
doğacak küllerin arasından.