ZİHNİN SINIRSIZ ÜLKESİ

İnsanın içinde bir ülke vardır; haritası çizilmemiş, yolları isimlendirilmemiş, sınırları hiçbir zaman belirlenmemiş bir ülke. Ne atlaslarda yer alır ne de yön bulma araçlarıyla tarif edilebilir. Bu ülke, zihnin derinliklerinde saklıdır; kimi zaman bir fısıltı kadar sessiz, kimi zaman bir fırtına kadar gürültülüdür.
Her düşünce bu topraklarda kendi patikasını açar. Kimi yollar birbirine kavuşur, kimileri sonsuz bir ormanın içinde kaybolur. Hiçbir duygu başladığı hâliyle kalmaz; her şey dalgalanır, değişir, dönüşür. Zihnin ülkesi sabit bir yer değil; kendi içinde sürekli büyüyen bir varlıktır.
Bu ülkenin zamanı yoktur. Bir an bir ömre denk gelir; bir ömür bir an kadar kısa sürebilir. Geçmiş, yıpranmış bir duvarın gölgesinde silik bir yazı gibi kalır; gelecek ise ufku saran sisin ardında gizlenir. Biz ise yürürüz — bazen temkinli, bazen korkusuzca, elimizde hiçbir harita olmadan.
Ve belki de en kıymetli olan şey tam da budur: kaybolmak. Çünkü yönümüzü yitirdiğimiz anlarda, zihnimizin derin odalarında yankılanan gerçek sesleri duyarız. Sessizlik konuşur, karmaşa anlam kazanır. İçimizdeki fırtınalar yalnızca yıkıcı değil, aynı zamanda öğreticidir. Onlar bize nereye ait olduğumuzu değil, kim olduğumuzu hatırlatır.
Her insanın zihinsel coğrafyası başkadır. Kiminde dağlar yükselir, kiminde sessiz vadiler uzanır. Kimi kurak bir çölün ortasında yürür; kimi gür ormanların gölgesinde kaybolur. Başkalarının izinden gitmeye çalıştığımızda daha da savruluruz. Çünkü kimsenin haritası kimseye uymaz. Zihnin bu sınırsız ülkesi, yalnızca içe dönük bir yolculuğun rehberidir.
Bir gece pencereden dışarı bakarken, kendi düşüncene yakalanırsın. Sokak lambasının ışığı, cama vuran yağmur damlalarıyla kırılır. O anda fark edersin: kaybolmak aslında kendine varmanın başka bir biçimidir. Her çıkmaz, her dönüş seni özünün kapısına götürür. Ve o kapının ardında şu sorular yankılanır: “Gerçekten kimim ben? Neyi arıyorum? Hangi duygular beni taşıyor, hangileri beni tutuyor?”
Zihnin ülkesi yalnız düşüncelerden ibaret değildir; duygular da bu topraklarda kök salar. Sevinç bir dere gibi akar, hüzün derin bir gölün sessizliğinde dinlenir. Umut ufukta yanan bir ışıktır; korku ise sisin içinde yolumuzu bulan bir fener. Her biri bu ülkenin farklı şehirleridir ve biz, bazen aynı yollardan defalarca geçer, her defasında yeni bir anlam buluruz.
Asıl güzellik de buradadır: harita yoksa, sınır da yoktur. Sınır yoksa, her adım bir keşfe dönüşür. Zihnin sınırsız ülkesi bir kayboluş değil, bir buluş yeridir; kendimizle, geçmişimizle, düşlerimizle buluştuğumuz bir mekân… Ve bu ülkenin tek değişmez kuralı vardır: her şey değişir. Düşünceler, duygular, yönler, yollar… Ama biz yürümeyi sürdürürüz. Her adımda biraz daha içe, biraz daha derine gideriz.
Çünkü zihnin sınırsız ülkesi bir yer değil; bir deneyimdir. Bir keşif, bir devinim, bir varoluş biçimidir. Ve o yolculuk bitmek için değil, her seferinde yeniden başlamak içindir.