RUHUN YAŞAMI
Bakmakla görmek arasındaki farkı bilmek, gerçekten görmeye başlayınca değer kazanıyor. Ağma olan birinin âlemi bizden daha iyi bilmesi buna işaret değil midir? Görmenin tek nesnesi göz değildir elbet. Öyle olsaydı ne manası olurdu insan olarak var olmamızın? Nasıl açıklardık göğsümüzde bizim için sürekli atan kalbin bir diğer anlamı olan gönül kelimesini? Gönülden bağımsız bir göz demek, ruhtan bağımsız bir beden demektir. Ruhumuz bedenimize, gönlümüz gözümüze yön vermedikten sonra yaşamı anlamaya çalışmak; odun hâline gelmeden önceki ağacın varlığından haberdar olmamak gibidir. Ağaçken yaşatırız, sularız, besleriz, muhafaza ederiz onu. Odunken ise yakarız. Ruh da böyledir. Bedendeki varlık sürecinde yaşamak, beslenmek ister. Bulunduğu bedene sığmaz, özünü arar sürekli. Bulamadıkça zorlanır, daralır ve bedenini yıpratır. Aradığı öz ise bedenden bağımsızdır. Ruhun varlığı eskidir bedeninden çünkü. Gördüğü ve bildiği şeylerin tam karşılığı yoktur bu âlemde. Onu meydana getiren güce ulaşmak ister hep. Yaratıcısını arar. Batan güneşin, yağan yağmurun bizi bir şeylere özlem duymaya itmesi ondan değil midir? Ruh yaratıcısının zerrelerini yaşadığı bedendeki kâinatta gördükçe özünü anımsar. Gördükçe tanımak ve tekrar tekrar görmek ister onları. Her gördüğünde geldiği yere yakınlaşır. Her fark edişinde özü tamamlanır. Çiçek kokusunda O’nu hatırlar, gül bahçesinde içi açılır, suyun akışında huzur bulur, kar tanesine hayran kalır. Âlemin her karışında yaratıcısından bir şeyler bulur. O’ndan işaretler görür her gittiği yerde. Gördükçe fark eder, fark ettikçe görmek ister ve rahatlar. Bu bedende neden var olduğunu anlar. Kâinata neden gönderildiğini, çevresinde olup biten iyi ya da kötü şeylerin neden yaşandığını kavrar. Kavradıkça rahatlar, rahatladıkça bedenine huzur verir. Amacını biliyordur çünkü artık. Bu dünyaya alelade oyalanmak için değil özünü tanıması için gönderildiğini anlar. O’ndan uzaklaşmanın O’na daha da yakınlaşmaya sebep olduğunu bilir. Gözüyle yaratıcısını göremese de kâinat üzerinde O’nun zerreleriyle hemhâl olduğunu kavradıkça çevresinde bir yerlerde kendisini sürekli takip ettiğini, muhafaza ettiğini, iyi ya da kötü yaşadığı her durumdan haberdar olduğunu hisseder. Bulunduğu bedende gönlü kırılsa O vardır artık. Üzülse O bilir. Sevinse O’na koşar. Ağlasa O işitir. Karşısındaki insan görmez onu, yaratıcısı hep oradadır. Özü tamamlandıkça doyar, doydukça acıkır. Özlemi artık yalnız O’nadır. Her zerre O’na götürür. Ruh mutludur artık. Âlemdeki yerini bulamasa da âlemin ötesinde hatırladığı, anımsadığı çok güzel yerler vardır. Burada da O’nun yansımalarıyla özlemini giderir durur.