TOPLUMA KARŞI BİREY: ÇOĞULLUĞUN UNUTULUŞU

Kemal’in sözü;
“İnsan, çoğul bir varlıkken nasıl yalnızlaştı? Toplumun dinamizmini kim unutturdu? Bu yazı, sürüden ayrılan bireyin izinde düşünsel bir yürüyüştür.”
TOPLUMUN KÖKENİ ve GÜNÜMÜZDEKİ KRİZİ
Toplum, “toplam” kelimesinden türetilmiş bir kavramdır; bir arada bulunma hâlini ifade eder. Ortak inançlar, değerler veya semboller etrafında birleşen bireylerin oluşturduğu yapıya “toplum” deriz. Aynı futbol takımını tutanlar, aynı siyasi görüşü benimseyenler ya da aynı dine mensup olanlar bu tür toplumsal kümelere örnek teşkil eder.
Bazı topluluklar –özellikle kan bağına dayalı olanlar (aile, kavim, millet gibi)– fazladan bir çabaya gerek duymadan varlıklarını sürdürebilir. Ancak dini, ideolojik ya da kültürel değerlerle bir arada tutulan daha geniş yapılar, sürekliliklerini koruyabilmek için güçlü bir ortak zemine ihtiyaç duyar.
Burada bir düşünce egzersizi yapalım: Dinsel toplulukları bir arada tutan nedir? İnançlar mı, kutsal metinler mi, lider figürleri mi? Hatta zaman zaman, din olarak sınıflandırılamayacak inanç biçimlerinin dahi güçlü bir topluluk bağı kurabildiğini görüyoruz. Örneğin Hindistan’da belirli bitkileri ya da objeleri kutsal kabul eden, bu semboller etrafında örgütlenen marjinal gruplar mevcuttur. Bu, insanların semboller aracılığıyla ne kadar güçlü biçimde toplumlaşabildiğini gösterir.
Peki insan neden toplumsallaşmak ister? Fikirlerini, kimliğini ve yaşam biçimini neden toplumsal bir zeminle destekleme ihtiyacı duyar?
Kuşların göç ederken sürü hâlinde hareket etmeleri, bu soruya biyolojik bir metafor sunar. Elbette her kuş tek başına da uçabilir; ancak yön ve zamanlama konusunda sürüyle birlikte hareket etmek daha güvenli ve verimlidir. Benzer şekilde, toplum da bireyin değil, bireylerin ortak özgürlüğünü güvence altına alan bir sistemdir. Tek başına yola çıkan bir kuş, doğadaki tehlikeler karşısında savunmasız kalabilir. Toplum, bu türden tehlikeleri bertaraf edecek dayanışmayı sağlar.
Ancak modern çağda insanlık, yüzyıllar içinde inşa ettiği toplumsal bilinci sarsan bir dönüşüm yaşıyor. Kendi elleriyle kurduğu sosyal yapıları yıkma eğiliminde. Bu da şu soruyu doğuruyor: İnsan neden, kendisine güvenlik ve güç sağlayan bir yapıdan uzaklaşır?
Günümüzde bireyleri yönlendirmeye çalışan görünmez yapılar –özellikle dijital platformlar ve algoritmalar– bireyi yalnızlaştırarak daha kolay yönlendirebilir hâle getiriyor. Çünkü yalnız birey, toplumsal desteğe sahip olan bireyden çok daha kolay yönetilir. Topluca hareket eden bireyler karşısında otorite zorlanır; ama yalnızlaşmış birey, edilgen ve uyumlu bir yapıya kolayca sürüklenebilir.
Bu yalnızlaşmayı günlük hayatımızda açıkça gözlemleyebiliriz:
Kaçımız komşularımızı hâlâ tanıyor?
Onlarla en son ne zaman aynı sofrada oturduk?
En iyi doktorumuz artık Google mı?
Alışverişlerimizi bir tuşla yapıyoruz.
Hiç tanımadığımız insanlarla sosyal medyada arkadaş oluyoruz.
Hatta son dönemde yapay zekâ sistemlerine içimizi döküyoruz.
Dostluklar, aile sofraları, birlikte geçirilen zamanlar bir bir kayboluyor. Bugün sırdaşımız da, eğlencemiz de, yol göstericimiz de cep telefonları. Bu yalnızlık hâli önce ruh sağlığımızı, sonra bedenimizi tehdit ediyor.
Tam da bu kırılma anlarında, toplumsal dayanışma yerine bireyselleşmeyi teşvik eden yapılar devreye giriyor. Oysa toplumdan kopmak, insanın sosyal doğasına ters düşüyor. Bireysellik elbette kıymetlidir; ancak bireyin kendini gerçekleştirebilmesi, güvenli ve sağlıklı bir toplumsal yapı içinde mümkündür.
TOPLUMSAL HAREKET PSİKOLOJİSİ ve SÜRÜ YÖNETİMİ
Toplumsal hareketler yalnızca kültürel değil; aynı zamanda biyolojik ve psikolojik eğilimlere de dayanır. İnsan, doğası gereği sürüsel davranışa meyillidir. Ancak bu yapının sürdürülebilir olması için iki temel unsur gerekir: Benzerlik ve güven.
Sürüdeki bireyler, ya fiziksel (fenotipik) ya da sosyal/genetik açılardan birbirlerine benzerlik gösterir. Güven ise tanıdıklık ve alışkanlıkla oluşur. Bilinmeyen korku doğurur; bu da sosyal yapıların çözülmesine neden olur. Bu yüzden güçlü bir topluluk, hem benzerliği hem de güven duygusunu pekiştirmelidir.
İnsanlık, Hz. Âdem’den bu yana toplumlaşma eğilimini sürdürmüştür. Bilim, sanat, siyaset ve medeniyet hep bu yapılar içinde filizlenmiştir. Tarih boyunca toplumlar, bireylerin haklarını korumak ve ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla yasalar ve devlet mekanizmaları inşa etmiştir.
Toplumsal evrim sürecinde feodalite, kilise otoriteleri, imparatorluklar ve sanayi devrimleri gibi yapılar; toplum bilincinin dönüşümünü şekillendirmiştir. Bu yapıları yönetenler, düzeni korumak ve kitleleri kontrol altında tutmak için çeşitli stratejiler geliştirmiştir. Uyum sağlamayanlar dışlanmış, karşı gelenler cezalandırılmıştır.
Günümüzde bu kontrol mekanizmalarının adı değişmiş olsa da işlevleri benzerdir: Kitle iletişim araçları, özellikle de sosyal medya.
Algoritmalar, bireyin dikkatini dağıtarak onu manipülasyona açık hâle getirir. Bir dakikalık videoların saatlerce izlenebilmesi, bireyin odak kapasitesini zayıflatır. Zihinsel yorgunluk arttıkça, eleştirel düşünce yerini edilgenliğe bırakır.
Bu süreci gözlemlediğim bir olayla somutlaştırmak isterim: Kurban Bayramı’nda, abimin satmak için baktığı koyunları ziyarete gitmiştim. Koyunlar, dar bir yemliğin etrafında kümelenmişti. Kaçmaları için sadece bir adım atmaları yeterliydi. Endişeyle abime bu durumu sordum. Gülümsedi ve şöyle dedi:
– “İçlerinden asi olanı tespit et, o çıkmaya çalışır. Sen de o köşede bekle.”
Gerçekten de kısa süre sonra bir koyun çıkmaya çalıştı. Ardından diğerleri onu izlemeye başladı. Oysa her köşe eşitti. Ama onlar, cesur olanın peşinden gitmeyi seçtiler. Çünkü sürü, yönünü genellikle öne atılan bireye göre belirler.
SON SÖZ
Toplum, bireyin bastırıldığı bir yapı değil; aksine bireyin anlam kazandığı zemindir. Bu yüzden yalnızlığa teslim olmadan, ortak aklın ve birlikte yaşamanın değerini yeniden hatırlamalıyız.
Belki de artık ‘çıkış köşesini’ yeniden aramalıyız…
Ama bu kez yalnız bir asi olarak değil; benzerlikten doğan güvenle, birlikte yürümeyi seçerek.
Yıl 2004
Genel Seçim 1. Ci parti
Adalet ve Kalkınma partisi
Yıl 2004
Bireyselleşme Zehrinin Naraları Ülkenin dört yanında
Ballandırılarak anlatılmaya başlandığı ilk tarih
Yönetilemeyen toplumların bireyselleştirilmesi gerekir..
Tek tek yönetmek ve yönlendirmek ile
Topluluğu yönetmek malum…
Bireyselleşme den kasıt
Bireysellş’me..!!
Benim İstediğim şekilde bir birey ol
Bu konu içinde binlerce enstrüman var bilerek ve isteyerek üzerinde çalışılmış ve uygulanmış ve halka uygulanan müthiş bir zehir..
Ama bu konuya dikkat çektiğin tebrik ederim