TUVALİMDEKİ KELİMELER

Gece, fırçamın ucuna dolanıyor,
siyahı çekip bir gökyüzü yapıyorum.
Ama yıldızlar birer leke gibi düşüyor resmime,
rüzgârın solgun nefesi
tuvalimde savrulmuş fırça darbeleri gibi.
Elim titriyor, kelimeler akıyor;
boyalar gibi, düşünceler gibi, yaralar gibi.
Rengine karar veremediğim bir hüznü,
kaç kat sürsem de örtmüyor zaman.
Üşüyorum anne, ellerim gri bir geceye bulanmış.
Gözlerimin içinden ince bir çizgi geçiyor.
Çocukluğum, köşeye sıkışmış bir fırça darbesi,
çerçevesi çatlamış bir resmin içinde bekliyor.
Bir gün belki gölgelerimle barışırım,
parmaklarımdaki karanlığı suya bırakırım.
Bir renk bulurum, acının içinden geçip
ışığa uzanan bir renk…
O zaman size bambaşka bir resim çizerim,
o zaman yıldızları yeniden tuvalime dizerim.
Ama şimdi, her çizgim biraz eksik,
ve ben hâlâ kelimeleri renge çevirmeyi bilmiyorum.
Gece, avuçlarıma dökülen bir cam parçası gibi,
içimi kesiyor, adını söylemek bile kanatıyor beni.
Sessizlik, ağzımda eski bir diş ağrısı gibi çürüyor.
Bir evin ışıkları uzakta titriyor,
çatı katına gizlenmiş bir şairim,
yorgun bir mısrayı mırıldanıyorum.
Ve bir ressama özeniyorum…
Ama şimdi,
elimde yarım bir gökyüzü
ve ben hâlâ maviyi bulamıyorum.
Ben, yolunu kaybetmiş bir gölgenin izindeyim.
Ayak seslerimi tanımıyorum, yankım bana yabancı.
Şimdi kelimeler duvarlara çarpa çarpa eksiliyor,
sesimi göğsüme kıvırıp içine gömüyorum.
Üşüyorum anne, ellerim hatıraların soğuk taşına sarılı.
Çocukluğum dizlerimin altında eziliyor.
Sokak lambaları titrek, eski bir dua gibi sönmeye hazır.
Hangi kapıyı çalsam, hangi avluda dursam
yüzümde unutulmuş bir fotoğrafın sararmış izleri.
Bir gün belki, başımın içindeki fırtına diner,
bir serçe cam kırıklarından yuva kurmayı öğrenir.
Bir adam, kalbinin içinde kendi elleriyle ateş yakar.
O gün gelirse, yıldızları cebime doldurup
size bambaşka bir baharı anlatırım.
Ama şimdi, karanlık sesimi ödünç almış,
ve ben hâlâ kendime dönmeyi bilmiyorum.
Yıldızlar eksik, hesap soruyorum.
Gökyüzüne kaldırdığım her el boşluğa çarpıyor.
Ben sevgiye açım, açlık çoğalıyor.
Sesim duvarlara çarparak büyüyor.
Sesim kanıyor.
Üşüyorum anne, ıhlamur ısıt bana.
Ellerim titriyor, küçüğüm hâlâ.
Hâlâ bir çocuğun korkusuyla,
yalnızlığın koynunda sabahı bekliyorum.
Ama sabah hep başkalarının evi…
Sevgim, çiğnenmiş bir ekmek kadar eski.
Kalbimde yargıçlar mahkemesini kurmuş;
beni yargılayan herkes,
beni öpmesini de bilen herkes…
Oysa ben incitmeden severim;
çocukları, kadınları,
göç yollarındaki kuşları.
Ama kendimi sevmeyi hâlâ öğrenemedim…