KANDIRIŞ

Bir sızı saplanır,
-göğüs kafesinden çıkmak için kırarken kemiklerini,
Ayak parmaklarından başlayıp tırmanırken yılların kar tanelerini düşürdüğü seyrek saçlarına.
Bedenin aynada dev iken,
-dişlerin en sivri halinde bilenmiş, gözlerin ise alev.
Somutluğunda en keskin direnişler.
O mağrur başının altında,
Ben deyişlerin kendi devletini kurmuştur aslında.
Küçük dağlar benim tavrı çoktan kaçırmıştır huzuru.
Tamah edilen dünya nimetleri,
Gömmüştür toprağın yedi kat altına onuru.
Tüm güç gösterilerini, kavgalarını, savaşlarını,
Bir postun altında sergilemiş olmanın yersiz gururu,
Hicap etmeden dökülürken seğiren dudaklarından,
O saplanan sızı kırar kemiklerini çıkmak için cesedinden.
Hayır!
Sen değilsin o!
Ne keskin dişler, ne alevden kan kırmızısına dönmüş gözler.
Ne de tüm cihana kafa tutuyorum sanışların.
Küçücük bir çocuk var esasen en kuytunda, oyuncağı elinden alınmış.
Ondan hırçın, ondan sırtına kalkanını geçirmiş.
Yeni bir oyuncağa tav olacak kadar güçsüz…
Soyutluğunda ürkek bir ceylan belirir gölgende.
Kimsin sen?
Maddesinde tüm arenayı yerle bir edecek bir gladyatör mü?
Manasında yavru aslanın kükremesinden telaş ile dehşete kapılan mı?