DORASAKURU
Gökten yıldızlar yağıyor,
benim sessiz düşlerime.
Gözyaşlarım akıyor,
soğuk derimin üzerine.
Ben neredeyim bilmiyorum
bir avareyim bu gece.
Dudaklarımda eski bir anlatı hayat buluyor.
Kelimeler çarpık ve bozuk…
Sonra yavaş yavaş bir destan duyulmaya başlıyor,
Dorasakuru’nun tepesinden.
Tüm yaşam dans ediyor ilk karın altında
işte bu hikâye şöyle başlıyor:
“Sen nereye gidersen git içindeki de seninle gelecektir.
Hayallerle dolu dünya seninle dönecektir.”
Anlatmaya başlıyorum ben de
Beni dinleyen, raflara dizilmiş porselen bebeklere.
“Küçük bir kasabada geçiyor tüm olanlar,
bir dağın eteğine kurulmuş.
O dağa derler ki Dorasakuru,
Kızıl bir ejderha yaşar zirvesinde.
İnsanlar onu hiç görmemişler ama bilirler oradadır hep.
Onun kendilerini koruduklarına inanırlar ama korkarlar.
Dillerden dile, anneden çocuğa geçer gider görülmemiş olan,
Ta ki bir gün biri dağa çıkmaya karar verene kadar.
Yasakları görmezlikten gelip kimseye haber vermeden çıkar yola.
Bir kış günü, bir dönüşe az kalmış vakitte
karları ayakları altında ezerek ilerler sabahtan akşama kadar
güneşin doğduğu ve öldüğü yere.”
Sustum sonra bebekler bekledi hikâyenin devamını,
adımlarım buldu pencerenin önünü,
kafamı kaldırdım yukarıya,
orada, karşımda güneş doğuyor şimdi
ve kanatlarını açıyor Kızıl Ejderha
son gün gibi süzülüyor semada.
“Bir kız çocuğu, yetişkinlerin dahi cesaret edemediğine cesaret bulan.
Zirveye vardığında karanlık çökmüş çoktan,
Soğuk rüzgârlar neredeyse beyaz olan uzun saç tellerini dalgalandırıyor.
Gökyüzü açık,
yıldızlar sayılıyor tek tek
ve Kuzey Yıldızı ona yön gösteriyor.
‘Kızıl Ejderha!’ dökülüyor dudaklarından.
Cevap yok.
Bir kere daha sesleniyor ‘Kızıl Ejderha!’
Cevap yok.
Yorgun bedenini sürüklüyor biraz daha ileri,
Aşağıda kalan köyün ışıklarını görüyor.
‘Gerçek değil miydin yoksa?’
Derin bir nefes alıyor,
‘Rüyama girip de söylemedin mi bana gelmemi?’
Bir büyük taşın tepesine çıkıp oturuyor,
kumaştan çantasından çıkarıyor deri ciltli defterini.
Umutsuzluk aklının ucundan dahi geçmiyor.
‘Bir şey gerçek değilse bir hikâye yaz ve gerçek olsun böylece.’
Siyah mürekkep kâğıt üzerinde yol alıyor,
Yılbaşına az kaldı, ben zor bir yolu aşıp çıktım dağın zirvesine
Burada beni bekleyen güzel bir manzara ve Kızıl Ejderha.
Onu ilk gördüğüm zaman korktum ama bir yandan da güvenle doldum.
Kocaman kanatlarından birinin altına sığındım bu gece
en güzel uykumu çektim huzur içinde.
Gün doğdu ve sırtına aldı beni, süzüldük ufka doğru
ve işte ben böylece yeniden doğdum.
Dorasakuru’ nun tepesinde bir ejderhaya yaslanıp yazıyorum,
Tüm hayalleri ve gerçek olan imkânsızlıkları.
Her kış uğrayacağım yanına,
Her yaz tırmanacağım zirvene
getireceğim sana duyduğum sevgiden bir satır daha.
Böylece Dorasaku’ nun Kızıl Ejderhası,
Sen.
Benim en güzel şiirim olacaksın.
En güzel şiir duruveriyor o an ardında.
Kanatlarını iki yana açıyor,
karşılıyor davet ettiğini.
Bir insan ilk defa görüyor onun gerçekliğini,
Ejderhanın gizi, çözülüveriyor kızın karşısında.
Titriyor o da,
belki de korkuyor ama biliyor bu beyaz tutamlar ve yeşil gözler
Ona zarar vermeyecek.
İşte bu hikâye böyle bitiyor.
Kızıl Ejderha’ nın sert derisi çatlıyor,
Sonra olanlar…
Bu da bir başka zamanın anlatısı olarak kalıyor.”
Raftaki bir bebeği kucağıma alarak oturdum yere.
Göktekinden ayrılmıyor gözlerim
tebessüm var oluyor dudaklarımda.
“Eninde sonunda kendini bulacaksın, en güzel şiirim.”