BIRAKTIM
Akşam serinliği gibiydi gelişlerin,
Ruhuma dokunuyordu huzurla.
Ne tasası kalıyordu günün, ne zonklaması şakaklarımın…
Küçük ürpertiler sararken benliğimi,
Yokluğun, yok olabilmenin sevinci değiyordu tenime.
Bunca varlığın içinden sıyrılabilmek, sağlanabilmek bunca çokluğun içinde, ne büyük mucize!
Çöl Yağmurları gibiydi gelişlerin, yaramaz bir çocuğun ıslak saçlarından süzülen.
Kaktüslerin çiçek açıp meyve verdiği bir coğrafyada, kor düşmüş yüreğime uğrayan bir gece ayazıydı…
Nedenlerin nasılların unutulduğu,
Eyvallah’ların, estağfurullah’ların, güzelliklerin dillere ve gönüllere pelesenk edildiği bir ütopyada gezinmekte ne vakittir ruhum.
Cesedimi çirkinlikler diyarında bir bavul gibi bıraktım!
Aktım, zerrelerime yüklenen güzelliklerin diyarına; cana, canana, an’a. Can gözümle baktım…
Çirkin aynaları örten bir perdeydi gelişlerin.
Gökyüzündeki aynalara bakmanın tadına seninle vardım!
Gün oldu, kayboldu varlığın dünya sahnesinde.
Dünya’daki seni sana, ütopyamdaki seni bana bıraktım…
Ben de yazılarımda içsel yolculuklara yer vermeyi severim, bu yazıların da insana kattıkları bazı şeyler oluyor. Buradaki o içsel yolculuğu, özlenen kişinin getirdiği huzur ve dönüşüm, metnin felsefi ve duygusal katmanları yazıya farklı bir anlatım katıyor ama bence bu denge de önemli. 🙂