ASUDEYİM, BEYHUDEYİM

Asudeyim beyhudeyim
Tıpkı durgun gecenin bağrında parlayan Zühre Yıldızı gibi
Tüm yolcuların yönü şavkın Şimali
Asudeyim beyhudeyim
Uçsuz bucaksız çayırlardaki rüzgârın ahengiyle dans eden kır çiçeğiyim
Bedenim ince, narin ve kırılgan kökümse en derinde
Yapraklarım tirtir titrer fırtınada ama köklerim daima toprağın bağrında
Asudeyim beyhudeyim
Dört nala koşan at gibi
Kudretli, dik başlı ve asi
Bir o kadar da hisli tıpkı ürkek ve içli içli bakan gözler gibi
Asudeyim beyhudeyim
Toprağın son evi olduğunu bilen bir ceset gibi
Koca bir yok oluş içinde ya da derin ilâhi bir varoluşun
Asudeyim beyhudeyim
Yetiştiği topraktan sökülüp alınmış bir fidan gibi
Ne evvelim ne ahirim belli
Ya sonum ya da yeni bir doğuşum
Asudeyim beyhudeyim
Sonbahar da dökülen yaprak gibi
Damarlarımdaki su çekilmiş kurumaya ve ayaklar altında ezilmeye mahkumum
Belki de yarım kalmış kitapların arasına sıkışıp kalmaya
Asudeyim beyhudeyim
Tıpkı ilkbaharda açan ilk tomurcuk gibiyim
Sonu solmak ve yok olmak olduğunu bildiği asice yaşayan, tüm bu yabaniliğe baş kaldıran ilk tomurcuğum.
Ben ne asudeyim ne beyhude
Ben hiçlikte yaşayan, evvele yürüyen garip bir yolcuyum.