VİCTORİA DÖNEMİ’NDE KADIN MODASI: KORSELER, KRİNOLİNLER VE SOSYAL STATÜNÜN YANSIMASI
Victoria dönemi, Kraliçe Victoria’nın 1837 yılında tahta çıkışıyla başlayan ve 1901’de ölümüne kadar devam eden dönemdir. Bu dönem, sanayi devrimi, teknolojik gelişmeler ve Britanya İmparatorluğu’nun küresel gücünün artışıyla önemli değişimlere sahne olmuştur. Yaşanan ekonomik ve toplumsal değişimler, modaya da yansımış ve yeni bir dönemin kapıları açılmıştır. 1869 yılında Kraliçe Victoria, tarihi kayıtlara geçecek yeni bir moda akımının öncüsü olmaya başlamıştır. Mevcut moda tarzından rahatsız olan Victoria, yeni moda akımında, kalça hizası kabarık olan etekleri piyasaya sürmüştür. Eteklerin genişliği ve kabarıklığı özellikle 1850’lerde ivme yapmıştır. Kadınların eteklerin içine giydikleri krinolin adı verilen yuvarlak içlikler, eteklerin daha geniş ve kabarık görünmesini sağlamıştır. Bu kıyafetler alım gücü yüksek kitleyi temsil etmekteydi. Eteklerin bu denli büyük ve kabarık oluşu ne yazık ki kadınların rahat bir şekilde hareket edebilmesini engellemiştir. Kıyafetlerde kullanılan balina kemiği şeritli elyaf korseler, dönemin güzellik anlayışını temsil ettiği için son derece sağlıksız olsa da 19. yüzyıl boyunca kullanılmıştır. Korse, aynı zamanda ahlaki bir simge olarak da değerlendirilmiştir. Örneğin, sıkı bağlanmış bir korse erdemin işareti olarak görülürken, gevşek bağlanmış bir korse ahlaksız bir kadının göstergesi kabul edilmiştir. Bu konuya Shakespeare de değinmiştir. Shakespeare’ın ifadeleri şu şekildedir: “Bir kadın, hem şehvetli erkekleri engellemek ve kendisini koruyabilmek, hem de kendi ahlaki yapısını ortaya koymak için, sıkı ve güçlendirilmiş korseler giymek zorundadır.” Dolayısıyla korseleri daha çok üst sınıftan kadınlar giymeyi tercih etmiştir. Örneğin, işçi sınıfı kadınları özel günler dışında korse giymemiştir. Dönemin saç stillerine bakıldığında ise kadınların saçlarını topuz yaparak başın iki yanına sarkan lülelerle kullandıkları görülmektedir. Dönemin makyaj modası da oldukça ilginçtir. Victoria döneminde soluk, beyaz bir ten, güzelliğin ve zarafetin sembolü olarak kabul edilmekteydi. Bu durum, üst sınıf kadınların güneş altında çalışmadıklarını ve zamanlarının çoğunu evde geçirdiklerini göstermekteydi. Bu dönemde kadınlar ciltlerini daha solgun göstermek için çinko oksit, nişasta veya kurşun bazlı beyaz pudralar kullanmışlardır. Ancak bu pudraların uzun vadede kullanımı ne yazık ki ciddi cilt sorunlarına yol açmıştır. Bununla birlikte solgun cildin üzerine yanakları renklendirmek için gül suyu ve pancar suları allık olarak kullanılmıştır. Aynı yöntemin dudaklarda da uygulandığı görülmektedir. Özetle söylemek gerekirse dönemin makyaj anlayışı sade ve gösterişsizken kıyafetler son derece gösterişli ve kabarıktır.