Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Afyon 20°C
Açık
Afyon
20°C
Açık
Çar 23°C
Per 27°C
Cum 28°C
Cts 27°C

VENEDİK’TE ÖLÜM

VENEDİK’TE ÖLÜM
1 Nisan 2025 19:29 | Son Güncellenme: 1 Nisan 2025 19:55
112
A+
A-

Alman Edebiyatı’nın önemli isimlerinden Nobel ödüllü usta yazar Thomas Mann’ın 1912 yılında  yayınladığı, orijinal adı Der Tod in Venedig olan, bireyin tutkularıyla akılcılığı arasındaki çatışmayı derinlemesine ele alan, güçlü anlatım teknikleriyle yazılmış bir hikayedir. Thomas Mann, bu kısa fakat yoğun eserinde yaşlanan bir yazarın kendisini estetik ve içgüdüsel arzular karşısında nasıl kaybettiğini ve kontrolü istemsiz bırakma hikayesini anlatır. Venedik’in melankolik ve doyurucu atmosferiyle şekillenen hikayede, hem yazarın kişisel dünyasından izler bulmak hem de insan ruhunun çelişkilerini ‘felsefi’ ve ‘estetik’ düzlemlerde incelemek mümkün.

Ana karakter Gustav von Aschenbach, 50’li yaşlarında, disiplinli ve saygın bir yazardır. Eserlerinde ‘idealist’ ve ‘ahlakçı’ bir tavır sergilediğini vurgular. Hayatı boyunca düzenli ve disiplinli, çalışmaktan kendini alıkoymadığı bir yaşantı sürmüştür. Venedik’e yaptığı yolculuk ise onun içinde bastırdığı arzularının uyanmasına yol açar.

Polonyalı bir genç olan Tadzio’ya duyduğu yoğun arzu ve platonik hayranlık, onun sanat ve güzellik anlayışını sorgulamasına da neden olur. Aschenbach, içindeki tutkuların ve hislerinin kontrolünü kaybettikçe hikayenin çözümüne doğru fiziksel ve zihinsel olarak çöker.

Tadzio ise Polonyalı bir aristokrat ailenin küçük oğludur. Ergenlik yaşlarında, olağanüstü, adeta ‘Yunan Tanrılarını’ andıran güzelliğe sahip bir çocuktur. Aschenbach, onun bu estetiğe hitap eden doyurucu güzelliğinden büyülenir. Çocuk adeta mermerden yapılmış bir heykel gibidir. Onu da adeta bir sanat eseriymişçesine izlemeye başlar. Eserde hiç konuşmaz Tadzio. Aschenbach ile de birebir hiçbir iletişimi olmaz. Buradan Tadzio’nun neredeyse sembolik bir figür olduğunu çıkarabiliriz. Tadzio, ‘Platon’un ideal güzellik anlayışının’ ve insanoğlunun estetik kaygılara, aynı zamanda da ulaşamadığı dünyevi güzelliklere duyduğu içsel arzunun bir yansımasıdır.

Eserde kesin bir tarih verilmez fakat olaylar 20.yüzyılın başlarında geçmektedir. Zaman, Aschenbach’ın iç dünyasındaki dönüşümlerle birlikte paralel ilerler. İlk başta düzenli ve kontrollü bir hayat süren karakterin, Venedik’e geldikten sonra zaman algısı da değişir. Hikayenin sonuna doğru ise zaman adeta erir, Aschenbach güzelliğin içinde kaybolmuş vaziyettedir.

Mekan olarak ise hikayenin başında Aschenbach’ın ikamet ettiği Münih çıkar karşımıza. Sadece kısa bir bölümde yer alsa da Aschenbach’ın yaşadığı ve eserlerini de kaleme aldığı bu Almanya kenti, tıpkı Aschenbach’ın karakteri gibi ‘ciddi, düzenli ve disiplinli’ bir hayatın mekanı olarak tasvir edilir. Hikayenin asıl geçtiği yer olan Venedik ise hikayedeki en önemli atmosfer unsurlarından biridir tabii. İlk başta büyüleyici güzellikte, sanatla dolu bir şehir gibi görünse de zamanla bozulmuş, çürümüş ve insanı boğan bir yer olduğu anlaşılır.

Hikayede aşamalı olarak tasviri de değişen Venedik’in ortalara doğru ortaya çıkan ‘kanal suları, dar sokaklar, pis insanlar, çürüyen iskeleler’ tarzında bulundurduğu yapılar, Aschenbach’ın ruh halini ve ölümün yaklaşmasını da simgeler diyebiliriz.

Bütün bu bağlamlarda,Aschenbach’ın yaşadığı ruhsal değişimleri, ‘’Venedik Sendromu’’ olarak bilinen psikolojik fenomenle de rahatlıkla ilişkilendirebiliriz.

Hikaye, Aschenbach’a  gelen ani bir seyahat arzusuyla başlar. Venedik’ e ulaşmadan önce gemide dikkat çekici bir olay yaşayan karakter, orada, genç görünmeye çalışan ama aslında oldukça yaşlı olan bir adamla karşılaşır ve bu adamın ‘genç görünme çabasından’ iğrenir. Bu adamın boyalı saçları, ‘gençlik algısı’ yaratma çabası, Aschenbach için adeta bir ön gösterimdir. Karakter,bu bölümde yaşlılık ve gençlik arasındaki gerilimi ilk kez fark eder.

Venedik’e vardığında ise şehrin atmosferinden büyülenir. Ona göre burası, sanat ve güzellikle dolu bir yerdir. Ancak, şehrin çürümek üzere olduğu ve kolera salgını nedeniyle ölüm kokan bir yer olduğu hikayenin çözümüne kadar gizlenmiştir. Kendini Tadzio’nun güzelliğine kaptıran Aschenbach’ın ise bütün bunlar umrunda değildir ve kulaklarını çoktan tıkamıştır yerel haberlere. Bütün bunlar eserde belirginleşecek olan çöküş temasının inşasıdır Mann’ın kaleminden.

Aschenbach, otele yerleştikten sonra yemek salonunda Polonyalı bir aileyi fark eder. Tadzio’nun güzelliğinden ise neredeyse Tanrısal derecede bahşedilmiş bir güzellik olduğunu düşünerek büyülenir. İlk başta hayranlığı klasik bir sanatçı beğenisi, saf bir estetik tatminlik gibi gözükse de zamanla Tadzio’nun varlığını bir saplantıya dönüştürür ve onu sürekli izler.

Bu noktada Mann, Aschenbach’ın içsel dönüşümünü aşamalı olarak kaleme alır. Karakter, artık Tadzio’nun varlığına bağımlı hale gelir. Onun otelin sahilinde yaptığı gezintileri takip eder, kendini onun plaja indiği saate göre ayarlar, gözlerini bir kez bile çocuktan ayırmaz. Sanatçı olarak tüm hayatını disiplin ve katı kurallarla sürdüren karakter, artık sadece tutkuların yönlendirdiği, aklını kullanamayan bir figüre dönüşmüştür.

Hikayenin çözüme doğru ilerleyen bölümünde ise Venedik’in atmosferi daha da karanlık ve kasvetli bir hal alır. Aschenbach,şehrin nemli havasında bir huzursuzluk hisseder ve bu onu rahatsız eder ancak Tadzio’nun varlığına duyduğu saplantı yüzünden bütün bunları göz ardı eder ve şehirden ayrılmayı bir an bile düşünmez.

Zamanla, Venedik’in bir salgınla boğuştuğu gerçeği ortaya çıkar. Şehirde hızla yayılan bir kolera salgını bulunmaktadır, ancak gelen yerel turistleri korkutmamak adına yetkililer tarafından bu bilgiler gizlenmektedir. Tıpkı Venedik’in gizlediği çürümüşlük gibi, Aschenbach da kendisini çöküşe sürükleyen tutkularını inkar eder. O,gerçekte ölüme yaklaşırken,hala tek derdi Tadzio’nun estetik varlığıdır ve buna sarılmaktan vazgeçmez.

Karakterin fiziksel dönüşümü de bu süreçte hızlanır. Yorgun ve yaşlı görünümünden rahatsız olarak bir berbere gider ve saçlarını koyu bir renge boyatıp yüzüne gençleştirici dokunuşlar yaptırır. Bu bölüm, onun yaşlanma korkusunun ve yüzleşemeyişinin doruk noktasıdır. Aynı zamanda da çöküşünün en somut göstergesidir.

Hikayenin çözümünde ise Venedik’in çökmüş atmosferini ve Aschenbach’ın ruhsal çöküşünün en güçlü şekilde birleştiği andır. Tadzio,sahilde oyun oynarken, bir an durup Aschenbach’a doğru bakar ve sonra uzaklaşarak denize doğru yürür. Aschenbach, bu anı sanki bir çağrı gibi algılar içinde. Tadzio’nun denize doğru gitmesi, karakterin ölüm karşısındaki teslimiyetini de biz okura adeta resmeder.

Aschenbach, sıcak güneşin altında, sonsuz bir huzur içinde olduğuna inanaraktan gözlerini kapatır ve ölür. Onun için ölüm,bu tutkunun kaçınılmaz sonucudur.

‘’Venedik Sendromu’’ denilen psikolojik fenomen ise, özellikle Venedik’e gelen ziyaretçilerin şehirde bir melankoliye ve zamanın durduğu hissine kapılmaları ve bazen yoğun bir varoluşsal kaygı yaşamalarını tanımlar. Bu sendrom,genellikle Venedik’in estetik güzelliğinin,tarihsel simgelerle doluluğunun ve ‘’çürümekte’’ olan dokusu ile sanatsal atmosferinin yarattığı içsel çelişkidir.

Aschenbach’ın Venedik’te geçirdiği tatil, tam anlamıyla bu sendromun da bir yansımasıdır. Tıpkı şehrin yüzeyde büyüleyici fakat içte ölümcül bir hastalığın yuvası olduğu gibi, Aschenbach da sanatın yüceliği ile insanın en derin arzuları arasındaki gerilimde kaybolur.

Thomas Mann’ın, Venedik’te Ölüm eseri, sanatın ve güzelliğin insan üzerindeki yıkıcı etkisini derin bir psikolojik ve felsefi perspektifle okura sunar. Aschenbach’ın düşüşü, sadece bireyin trajedisi değil, aynı zamanda insanın estetik ideal uğruna akıl ve mantığını kaybedebileceği üzerine de bir eleştiri sunmaktadır. Mann,1911’de Venedik’e gitmiş ve orada bir çocuk görerek bu hikayeyi yazma fikrini edinmiştir.

Modern edebiyatın en etkileyici hikayelerinden biri olan eser, hem Mann’ın iç dünyasına hem de sanatın doğasına dair derin sorular ortaya koyar.

Hacettepe Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencisiyim.  Küçüklükten beri okuma ve yazmaya ayrı bir ilgim bulunmakta. Sık sık deneme,şiir ve eser incelemeleri yazıyorum.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.