Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Afyon 26°C
Çok Bulutlu
Afyon
26°C
Çok Bulutlu
Paz 24°C
Pts 25°C
Sal 28°C
Çar 26°C

SİBORG DÜNYASINDA SAHTE HUZUR

SİBORG DÜNYASINDA SAHTE HUZUR
7 Eylül 2024 22:44
73
A+
A-

Donna Haraway’ın 1985’te yazdığı “Siborg Manifestosu”, teknoloji, feminizm ve insan bedeninin ilişkilerini derinlemesine sorgulayan bir kitaptır. Haraway, insan ile makine arasındaki sınırları bulanıklaştırarak geleneksel düşünce yapılarının karşısında bir felsefe yaratmaya çalışmıştır. Haraway’in asıl vurgulamak istediği, teknolojinin gelişimiyle birlikte insanın hem zihinsel hem de bedensel olarak dönüşüp adeta bir “siborg” haline gelerek geleneksel insan kavramını kökünden değiştirmesidir. Haraway’ın ifadeleri şu şekildedir: “Yirminci yüzyılın sonlarına, bizim çağımıza, bu mitik çağa geldiğimizde, hepimizin bir kimera(bu ifade düşünüre ait) makine ile organizmanın teorik bir zeminde ifade edilen  ve fabrikasyon misali uydurulmuş birer melez olduğumuzu vurgulamak gerekir; kısacası, hepimiz siborguz. Bu siborg bizim ontolojimizdir, bizim siyasetimizi o şekillendirir.” Kendisinin en önemli ifadelerinden biri de siborgun batılı anlamda bir köken hikâyesinin olmamasıdır. Sözü daha fazla uzatmadan, burada asıl vurgulamak istediğim, Batı’nın Aydınlanma zihniyetinin insanlığa huzur getirememiş olmasıdır. Bu nedenle Haraway, siborg kavramıyla Batı’nın Aydınlanma ideallerinin çizdiği sınırları yıkmayı ve insanın teknolojik, toplumsal ve biyolojik sınırlarının çok ötesine geçerek yeni bir varoluş biçimi sunmayı hedeflemiştir. Haraway’ın burada farklı bir ontolojik perspektif geliştirerek adaletsizliklerin önüne geçmek için ütopya bir varlık yarattığı ortadadır. Bugün akışkan kimliklerle siborglaşmış insanlar, artık bir efsane değildir. Günümüz dünyasında bu durum, somut ve gerçek bir deneyim haline dönüşmüştür. Haraway, teknolojinin sunduğu yeni olanaklarla insanların birtakım sınırların ötesine geçebileceğini ve böylece daha adil bir dünya olabileceğini varsaymıştır. Bu noktada siborg bağlamında düşündüğümüzde siborgun olumlu katkıları da olabilir. Örneğin insan, siborg kavramıyla kendi etik değerlerini sorgulayabilir. Bu ayrı bir tartışma konusudur. Benim dikkat çekmek istediğim husus, Batı’nın kendi yarattığı kültürel değerlerden kendisinin de mutsuz olduğudur. Modernitenin insanlara vadettiği müreffeh toplum hayalleri, kan ve gözyaşından başka bir şey getirmemiştir. Siborg bizleri kurtarır mı? Bu, kocaman bir muamma. Çünkü postmodernist eğilimlerin aşırı uç noktasının nominalizme götürebileceğini hatırda tutarak bunu bir kez daha düşünmek gerekir. Peki, şimdi napmalı? İnsanlık olarak elimizde hangi kozumuz var diye soracak olursanız, buna İNANÇ derim…

Sosyolog/Köşe Yazarı
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.