Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Afyon 20°C
Açık
Afyon
20°C
Açık
Çar 23°C
Per 27°C
Cum 28°C
Cts 27°C

ZİNDANLAR VE KAZALAR : CRİT HAPPENS 2

ZİNDANLAR VE KAZALAR : CRİT HAPPENS 2
22 Nisan 2025 18:15
80
A+
A-

BÖLÜM 2 – KADİM KİMSELER

Patikanın devamında ekibi yıkık dökük taştan bir duvar karşıladı. Duvarın üst kısımları sisler içerisinde kalsa da Axelroth, “bu sıradan yıkıntı değil, size bahsettiğim lanetli tapınak eskiden buradaydı. Sisler ne kadar gölgelemiş olursa olsun patikayı takip edersek hâlâ yerinde mi diye kontrol edebiliriz.” diyerek ekibi bilgilendirdi.

Bıngıl duvarı biraz daha yakından inceleyerek üzerinde birtakım yazılar olduğunu keşfetti.
Ermes, “okuyabiliyor musun?” diye sordu.
Bıngıl, “gençliğimde sonsuz ışık tapınağında karıştırdığım kitaplarda bu yazıları görmüştüm. Okumayı bilmiyorum ama kadim kişilerin kullandığı dil olduğundan kesinlikle eminim.” dedi.

Axelroth heyecanla öne atıldı. “Demek ki doğru yerdeyiz. İlerlemeye devam edelim.”
Axelroth önderliğinde ekip duvarın yanından geçerek patikayı takip etti. Nihayet kısa yürüyüşlerinin sonunda yer yer yıkılmış, toprağın altına göçmüş, zamanın aşındırmasına yenik düşmüş lanetli tapınağa ulaştılar. Tapınağın girişinde kapının olması gereken yer tamamen açıktı. Ya tapınağın gerçek girişi yıkılmış ya da grubun tahminlerinin de ötesinde tehlike arz ediyordu bu yapı. Sislerin arasından seçebildikleri tek cismani varlık, yer altına doğru inen merdivenlerdi.

Xandin, “pek de iç açıcı değil ha.” dedi sıkkınlıkla.

Artur, “bizden buraya girmemizi istemiyorsun değil mi Axelroth?” diye sordu.
Axelroth, “görev tanımı tam olarak bu.” dedi korkuyla karışık sinsilikle.

Ermes ekibe el işareti yaparak Axelroth’un duyamayacağı mesafeye çağırdı. Beş altı adım kadar uzaklaştıktan sonra fısıldayarak, “burada doğru olmayan bir şey var, hissediyorum.” dedi.
Bıngıl, “bence doğru olan bir şey hissetsen daha şaşırtıcı olurdu.” dedi.
“Kötü enerjiden değil, avlanacak yaratıklardan bahsediyorum.”
“Ne öneriyorsun?”
Artur konuşmak için ağzını açsa da ekip bir ağızdan, “ateş topu yok.” diyerek fikir öne sürmesini engelledi.

Bıngıl, “Axelroth’u mu önden göndersek? Ya bizi tuzağa çekmeye çalışıyorsa?” dedi.

Artur, “eline meşale verip gönderebiliriz.” dedi.
Ermes, “hayır, eğer Axelroth ölürse çıktığımız yolculuk anlamsız olur.” diyerek karşı çıktı.
Xandin, “son iki seferde işe yaramamış olsa da sahte görüntümden yararlanabiliriz. Ama onun da sıkıntısı şu, bir ışık oyunundan öteye geçmiyor yani tetiklenmesi gereken tuzakları tetikleyemez.” dedi.

Yine de bu fikri denemeye değer bulan ekip Axelroth’un yanına dönerek önden illüzyon göndereceklerini belirttiler. Nitekim Xandin bu sefer başarılı olmuş, sahte görüntüsü merdivenlerden aşağı doğru süzülmüştü. Saniyeler içerisinde Ermes’in haklı olduğu ortaya çıkmış, sahte görüntü ortadan kaybolurken boğuk, boğazdan gelen ve sanki birden fazla kişinin aynı anda konuştuğu hissiyatı veren “kim var orda!” sesi çatlak duvarlarda yankılanarak yeryüzüne ulaşmıştı.

Axelroth korkuyla titremeye başladı. “B-bizi gördü mü?”

Yapının üzerinde kadim kişilere ait olduğu bilinen yazılar ve rünler loş mavi ışıkla parlamaya başlamış, havadaki sis ağırlaşarak maceracıların ruhuna çökmüştü.

Ermes, “kolay gelsin değerli yol arkadaşlarım. Benim için geri dönüş vakti gelmiş bulunuyor.” dedi.
Bıngıl, “sen nasıl vampir avcısı oldun?” diye sordu iğneleyici bir tonla.
“Sence içerideki vampir olabilir mi dangalak herif!”
Axelroth titreyen sesiyle araya girdi. “Be-bence g-girmemeliyiz a-ama girmeliyiz de, burda olabilir. Yani aradığımız şey demek istiyorum.”

Xandin, “Elflerin arasında bir söz vardır. Kaderini yaşarken önünde yol açılırsa, devam etmen gerekir.” dedi gözlerini kısmış şekilde merdivene bakarak.

Artur, “emin misin böyle dediklerine?” diye sordu tereddütle.
“Ne bileyim ben de yarı elfim zaten. Dememişlerse de ben dedim işte şimdi. Siz geride bekleyin göz açıp kapayıncaya kadar içeride ne varsa öğrenip gelirim.”

Bıngıl durdurmaya çalışsa da Xandin kararlılıkla meşalesini tutuşturup merdivenlere adımını attı.

Sekiz basamak indikten sonra zifiri karanlık Xandin’i yuttu. Ne dışarıdakiler onu görebiliyordu ne de o dışarıyı görebiliyordu. Her adımda içi ürpermiş, tenine soğuk batmış hatta, “Demek içeriye girdin. Hahahaha!” sesini duysa da cesareti kırılmıyordu. Meşale yalnızca parmak uçlarına kadar ışık veriyordu. Attığı adımlardan birinde insan kafatasına basmış, ayakları altında çatırdatmıştı. Merdivenler kan lekeleri, et parçaları ve iskeletlerle doluydu. Bu sırada yapının dışında bekleyen Axelroth, “O iyi olacak değil mi?” diye sordu Bıngıl’a.
Artur ortamın gerginliğiyle, “kes sesini yoksa seni de göndeririz.” diye çıkıştı.

Bıngıl, “beş dakika içerisinde dışarıya çıkmazsa biz içeriye gireceğiz.” derken merdivenlerden yankılanan kahkaha sesini duyuldu. Bıngıl ve Ermes birbirlerine anlık bakış atıp Artur ile Axelroth’un burda beklemesini söyleyerek basamaklardan aşağıya koşmaya başladılar.

Merdivenin sonunda Xandin’i yere eğilmiş bir şeyi incelerken bulunca rahatlamışlardı. Xandin işaret parmağını dudağına götürüp herkesin sessiz olmasını istedi. Herkes meşalenin loş ışığı altında Xandin neyi inceliyorsa ona bakıyordu. Tuhaf, yamru yumru, büyük ama yapış yapış bir şeye benziyordu. Bıngıl elinde ışık küresi oluşturarak ortamı iyice aydınlattı. Baktıkları şeyin dev bir ayak olduğunu anlamaları uzun sürmemişti. Işık, ayağın bağlı olduğu bedeni de aydınlatınca herkes korkuyla geriye kaçtı. Karşılarındaki yaratık üç insan boyunda, derisi sarkık, gün ışığı görmediği için ten rengi solgun gri, kulaklarının etrafında kıllar fışkıran ve gözlerinin olması gereken yerde yalnızca deri olan, iğrenç eli sopalı bir grimlocktu.

“Cadı anne! Onları göremiyorum ama kokularını alıyorum. Burdalar!”

Üçlü el kol işaretleriyle dışarıya çıkmaları gerektiğini birbirine anlatmış, parmak uçlarında geri dönmeye çalışıyordu. Bıngıl beş basamak önden gidiyor, Ermes ve Xandin de daha yavaş şekilde takip ediyordu. Bu sırada Ermes ayağıyla bir iskeletin skapulasına basmış, çıkan ses boş duvarlardan sekip grimlocka ulaşmıştı.
“Yakaladım sizi!”
Xandin, “Artur’u al gel, biz oyalarız!” diye bağırdı Bıngıl’a.

Bıngıl merdivenleri koşar adım çıkarak Artur ve Axelroth’u alıp tekrar aşağı indi. Her ne kadar Axelroth bu karanlığa inmeyi istemese de yalnız kalma korkusu ağır basarak arkalarından takip etti. Bu sırada grimlock karşısında çeviklik avantajını kullanan Xandin, dev yaratığın odağını üstüne çekmiş, Ermes de fırsattan istifade ederek kısa kılıcını grimlockun sağ diz kapağına geçirmişti. Yaratık acıyla bir dizinin üstüne düşerken kontrolsüzce savurduğu sopası Xandin’e vurmuş, yarı elfi geriye savurarak sırt üstü sert bir şekilde düşmesine sebep olmuştu. Merdivenlerden gelen ateş topu Artur ve Bıngıl’ın yetiştiğinin habercisi olmuş, Axelroth ise grimlocku görür görmez korkudan bayılmıştı.
Grimlock acı ve hiddetle karışık, “ANNE!” diye haykırdı. Buna karşılık sislerin içerisinden “geldim evladım!” karşılığı gelmiş, gölgelerin arasında belli belirsiz seçilen kötücül bir cadı olan hag silüeti belirmişti.

Tüm bu olanların içerisinde Bıngıl, arbaletine okunu yerleştirip kurmuş fakat karanlıkta hedefini seçemediği için yanlışlıkla Artur’un sırtına oku saplamıştı.

Ermes yaratığın sol dizini de biçtiğinde artık yaratık tamamen çökmüş, son bir hamle yapmak için gücünün son damlalarını toplayarak dev sopasını kaldırmış, hag de büyüyle güçlendirmiş, daha sonra sopayı yere vurmuştu. Vurduğu yerde çatlaklar açılırken sarsıntı ekibin dengesini ciddi anlamda bozmuştu. 

Bıngıl, “karanlıkta nişan alamıyorsam gürzümle tanışma vaktin geldi.” diyerek gürzünü diz çökmüş yaratığa savurmuş, fakat gürz kalın deriden sekip kendi kafasına gelerek Bıngıl’ı olduğu yerde bayıltmıştı.

Ermes, “sakat ordusuyla beraber olduğum bir başka gün daha.” diye sitem ederken Xandin kısa yayıyla diz çökmüş yaratığa ok attı. Bir kulağından girip diğerinden çıkan ok beraberinde birtakım beyin parçalarını da yerinden sökerek grimlockun sonunu getirdi. Yaratık gürültüyle yere düşerken hag, “Bu burda bitmedi!” diyerek gölgelerin arasından kayboldu. Bıngıl tokatlayarak uyandırmışlar, yaratığın belindeki altın dolu keseyi almışlardı. Ermes ise ekip arkadaşlarından birinin sonunda işe yaradığını görüp duygulanarak Xandin’in alnından öptü.

Ekip yerde baygın yatan Axelroth’un yanına geldiğinde adamın horladığını fark ettiler. Ermes, “vay şerefsiz, uyuyormuş demek.” dedi.
Artur, işaret parmağında ufak bir ateş yakarak Axelroth’un alnına bastırdı. Acıyla uyanan rehber, “Ah! Noluyo… B-bitti mi? Yendiniz mi?” diye sordu.

Hem böylesine korkak, hem de uyuyacak kadar vurdumduymaz olması ekibi şüphelendirmiş fakat yine de yollarına devam etmeye karar vermişlerdi. Axelroth önden giderek birkaç oda boyunca maceracılara rehberlik etti. Nihayetinde üzerinde anahtar olan kadim yazıtlarla dolu bir kapının önüne geldiler. Axelroth hiç tereddüt etmeden anahtarı çevirdi, bununla beraber her normal kapının yapacağı gibi içeri açılmıştı. Ekip odaya adım atar atmaz içlerini bir huzur ve güven kapladı, tapınağın geri kalanına göre oldukça sıcaktı bu oda. Axelroth çantasından parşömen çıkararak, “aradığımız kitabın şekli bu. Üzerinde ortak dilde ‘Kadim Kitap’ yazıyor olması gerekiyor.” diyerek sarı kapaklı yer yer mavi tonları taşıyan belli ki kapağına sonradan ekleme yapılmış ortak dildeki yazıyı gösterdi. “Kitabı bulduğunuzda ödemenizin tamamını alacaksınız.” 

Duvarları labirentten oluşan bu odada aradıklarını bulmak bir hayli zor olacağa benziyordu. Fakat maceracıların şansı bu sefer yaver gitmiş, dördü de girişten çok uzaklaşmadan aynı duvar parçasına elini uzatmıştı. Duvardaki gizli kapağı dört bir yandan çekip çıkararak kadim kitabı ortaya çıkardılar. Bıngıl kitabı açıp inceledi, “kesinlikle duvarda gördüğümüz dil ile aynı, yani kadim dilde yazılmış bir kitap. Fakat okumak da okuyacak birini bulmak da imkansıza yakın diye biliyorum. Adam bize yalan söylememiş, gerçekten okuyacak birini bulabilirsek her şeyi değiştirebilecek bir kitap bu.”

Artur gözüyle adamı süzdü. “Zaten yalan söylüyora benzemiyor, peki bu kitapla ne yapmak istiyoruz?” 

Xandin arkadaşlarına el işareti yapıp Axelroth’un yanına döndü.

Duvarları inceleyen Axelroth grubu yanında görünce heyecanla, “buldunuz mu?” diye sordu.

Xandin, “kitap bizde.” diyerek Bıngıl’ın elindeki kitaba işaret etti, “fakat kral ile görüşme talep ediyoruz. Bu kitabı bulanların kim olduğunu bilmesi gerekiyor.” diyerek teklif sundu.

Axelroth kahkaha attı, “sizleri burada bırakıp tek başıma döneceğimi mi düşündünüz? Kralımızın kesin emri var. Bu kitabı bulan her kimse bana getireceksin, ödüllendirildiğinden emin olacağım demişti. Ayrıca söz verdiğim ücretiniz de burada.” diyerek altın dolu keseyi Ermes’in kucağına fırlattı. Ekibin içi ferahlamış, zorlu maceraları tatmin edici bir şekilde son bulmuştu. 

Axelroth, “hazırsanız başkente doğru yola çıkma vakti geldi.” diyerek grubu da arkasına alıp tapınağı terk etti.

Maceracılar memnuniyetle başkentin yolunu tuttu.

Adım Berat 2002 doğumluyum. Deniz Gibisin kitabının yazarıyım. 2020'den beri hayalet yazarlık yapıyorum. Ana türüm Fantastik/Bilim Kurgu hikâyeleri. Genellikle roman yazıyorum. Son olarak, yazar ne isterse kitapta o olur.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.