Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Afyon 24°C
Hafif Yağmurlu
Afyon
24°C
Hafif Yağmurlu
Pts 25°C
Sal 28°C
Çar 26°C
Per 26°C

YEŞİL RÜYA

YEŞİL RÜYA
30 Mart 2024 12:13 | Son Güncellenme: 1 Nisan 2024 15:18
247
A+
A-

Tekdüze bir hayatım vardı. Mutlu muydum? Açıkçası pek de değildim. Ancak yine de yaşamımı sürdürebilecek kadar bir güç buluyordum içimde. Toplumun gidişatı tekrar şeriatçıların ülkeyi ele geçirmesi gibiydi. Herkes birbirinden yabancılaşmış ve kılıflarının arkasına gizlenen iblisler etrafa nüfuz etmekteydi.

O gün sakin bir gündü, en azından benim için. Huzurlu bir öğlen vaktiydi. Yaşadığım yerin ücra bir parkındaki çürümeye yüz tutmuş bir bankta oturuyordum. Gökyüzü berrak maviydi ve güneş, insanın içini ısıtmakla kalmıyor, derisini bile yakacak kadar sıcak bir ışık yayıyordu. Buna rağmen, dünya bir ressamın paletinden çıkmışçasına renklere bürünmüştü. Çoğu zaman hayatım siyah-beyaz olurdu, fakat bugün tamamıyla rengarenkti.

Hemen karşımda öksüz ve çeşitli işkencelere maruz kalmış bir ağaç vardı. Büyük ve haşmetliydi. Normalde, ne zaman o ağaca baksam kendimi görürdüm. Yalnız, kurak ve yaşama küsmüş… Ağacın aldığı bu hâlde, mahluklar dediğim, daha karamel kokan küçük çocukların payı büyüktü. Onlara bu kelimeyi demeye hakkım yok gibiydi. Ancak ağacın onca eziyete katlanması da haksızlıktı. Bu durumda ise suçlular çocuklar değil, büyüklerdi.

Bankta oturmuş, düşüncelere dalmış bir vaziyetteydim. Dakikalar birbirini kovalıyordu. Hayat benim için tuhaftı ve insanlar hayattan bile daha beter vaziyetteydi.

Çevremde çeşitli kişiler vardı. Meyhanesi olmayan bir meyhaneci, parası olmayan bir kuyumcu, yaşına rağmen çalışamayan bir öğretmen… Bu düşünceler bedenimi sarıp sarmalıyor, ruhumu tüketiyordu. Farkında olup engelleyecek güç bile bulamıyordum kendimde. Kendi karanlığımda boğulurken oturduğum parka yaşlı bir adam geldi. Kambur ve tıknazdı, nefes aldıkça açlıktan kokan ağzı rahatsız ediyordu beni. Ancak bundan daha önemli şeyler vardı. Neden bu parktaydı? Bu park, tanrının bile unuttuğu bir toprak parçasıydı. Yaşlı adam elinde büyük bir tuval taşıyor ve yanında boyalar bulunuyordu. Muhtemelen kendisi bir ressamdı ve güneşin sıcaklığına rağmen bu manzarayı resmetmek için gelmişti. Parka girip birkaç adım yürüdükten sonra sıra sıra dizilmiş bankların hemen arkasına yerleşip paletine yeşil renk boya sürerek tuvali boyamaya başladı. Yaptığı tek şey, fırçasını paletine sürdüğü yeşil renk boyaya batırıp boş tuvalin arka planını tamamıyla tek bir renk yapmaktı. Gerçekten bir sanatçı mıydı? Çok geçmeden yaşlı adam tuvalin tamamını boyadı ve malzemelerini topladı. O sırada benim varlığımı hissetmiş olmalı ki bana doğru ağır adımlarla gelmeye başladı. Yakından daha da buruşuk ve sarkmış bir yüzü olduğunu fark ettim. Saçları yok denecek kadar dökülmüştü ve çirkin bir insandı. Toplum gerçekleri söylediğimiz için bize ceza uygulamıyordu ve benim de artık takaatim kalmamıştı insanlara. Yaşlı adam karşıma geçtikten sonra ağzını aralayarak şu sözcükleri mırıldanarak:

“Merhaba genç hanım, tek başınıza bu parkta ne yapıyorsunuz böyle?” dedi, sararmış dişlerini göstererek tebessüm etti yaşlı adam.

“Asıl soru şu olmalı: Neden resim yapmak için bu parkı seçtin? Görmüyor musun? Bunun güzel bir yanı yok, resmen her yer harabe olmuş durumda.” Hararetli bir şekilde konuştum, farkında olmadan kendimi kaptırmış olmalıydım.

Yaşlı adam dudaklarımdan çıkan sözcükleri duyduktan sonra yine tebessüm etti ve ağır hareketlerle sol eline aldığı, titreyen elleriyle zorlukla tuttuğu tuvali bana gösterdi.

” Evet, sadece yeşil bir renk, düz yeşil bir renk. Kusura bakmayın, fakat bu bir resim bile değil!” dedikten sonra aklım başıma gelmişti ve istemeden yaşlı bir insanın kalbini kırdığımı düşünmüştüm. Ancak düşündüğüm gibi olmadı. Yaşlı adam beni dinledikten sonra eliyle yaptığı tuvali gösterdi, ardından arkasını dönerek manzarayı gösterdi. Ben kafamla onaylar bir şekilde hareketler yapıyor fakat anlamıyordum. Sanattan anlamayan bir insandım, belki de karşımdaki ünlü bir ressamdı… Çok geçmeden anlamadığımı fark etti ve sonra tekrar ağzını aralayarak:

“Genç hanım, burada sadece yeşil bir renk gördüğünüzü pek çok anlayabiliyorum, fakat bu resim sadece yeşil bir tuval değil. Bu yeşil, içinde binbir hikâye barındıran bir kapıdır. Bu tuval, sadece gözle görülenlerin ötesindeki dünyaların bir yansımasıdır. Siz sadece düz yeşili görürsünüz. Ancak benim bakışımla bu manzarada sıra sıra dizilmiş ağaçların köklerindeki yaşamın karmaşıklığını, cıvıl cıvıl öten kuşların melodilerini ve her bir karede koşuşturan hayatın heyecanını seçebilirim. Belki de burada akan bir nehirin dingin sularını, semaya yükselmiş eşsiz bir ayın büyüsünü ya da farklı evrenlerin gizemini görebilirim.”

Yaşlı adamın bu sözlerinden sonra şok olmuştum. Ne demek istediğini şimdi anlıyordum ve bu sadece tek düz bir renk değildi. Bu, kendi evrenimizi yarattığımız bir araçtı ve bu muhteşem bir şeydi. Tekrardan tuvale baktım ve gördüklerim beni fazlasıyla büyüledi. Tıpkı onun bahsettiği gibi, akan bir nehir görüyordum. Nehrin kenarında birbirine aşık bir kadın ile erkek bulunuyordu. Kadın, erkeğe ut çalıyor, ezgiler söyleyerek onu baştan aşağıya cezbediyordu. Erkek ise kadının yarattığı bu ahenkli sözlere kulak vererek, bir oldukları ruhları göğe taşıyordu. Oradan oraya zıplayarak koşuşturan tavşanlar, ağaçlara yuva yapmış bülbül kuşları…

Resme baktıkça kendimden geçiyordum ve bunu fark etmemle birlikte hemen silkelenip kendime geldim. Utanmış bir şekilde yaşlı adamdan özür diledim. O ise beni anlayışla karşıladı ve yaptığı eseri bana armağan etti. Başta kabul etmek istemesem de bana söylediği sözcükler beni derinden etkilemişti. Buruk bir tebessümle, “Ben evvelsi zamandan hayat ışığımı yitirdim genç hanım, sevdiğim bir insanın kaybıyla. Fakat sen hâlâ filizlenmeyi bekleyen bir çiçeksin, bu yüzden lütfen bunu al.” dedi. Ben de teşekkür edip, yüreğimde bir hüzün ve umut karışımıyla o güzel tuvalin yanından ayrıldım. Binbir evrenin sırlı dokusunu içimde taşıyarak…

19 yaşında, bir çok edebi türü kaleme almaya çalışan meftun bir burjuva
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.