RÜYA PERİSİ
O gece evde değildim. Birkaç küçük kalbi paramparça yapıp çıkıp gitmiştim o evden. Duvarlarda sesim yankılanırken anladım bundan pişman olacağımı. O gece evden ayrıldıktan hemen sonra bir saldırı oldu. Kral bunun olacağından şüpheleniyordu. Halkı endişelendirmek istemedi ama ben biliyordum. O gece saldırıda anne ve babamı halkın yarısıyla birlikte kaybettim. Geriye kalan üç beş kişi ile birlikte kral teslim oldu. Hiç bilmediğimiz bir ülkenin himayesi altına girerken ben buna boyun eğmedim ve kaçtım.
Onca yoldan sonra dinlenmek için durdum. Kar beyazı atımı, Milaya’yı ağaçlardan birine bağlayıp tüylerimi ürperten bu ormanın içinde hayatta kalmak için dua ettim. Yolculuğum sırasında köylülerden çaldığım erzak bana ancak bir gün daha yeter. Neyse ki açlığa karşı dirençliyim. Soframız her zaman bolluk ve bereket içinde olmazdı. Günlerce sadece suyla beslendiğimizi hatırlıyorum. Yine de kendime kalacak bir yer ve yiyecek bir şeyler bulmak zorundayım.
Hava kararmadan etraftan yakacak odun toplayıp atıma yükledim. Buralarda bir yerlerde geceyi geçireceğim mutlaka bir yer olmalıydı. Kış henüz daha gelmedi ama geceleri sonbaharın kuru soğuğu kesiyor tenimi. Bu nedenle soğuktan korunmak için şalımı burnumu ve ağzımı kapatacak şekilde sıkıca doladım. Ağaç dallarının hışırtısı bana müzik gibi gelirken soğuğu düşünmemeye çalıştım. Üstümdeki kürk beni her ne kadar sıcak tutsa da gece soğuktan donarak ölebilirim.
Havanın kararmasına birkaç saat kalmışken uzaktan su sesleri işittim. Yakınlarda bir yerlerde şelale olduğu anlamına geliyor bu. Eğer bir şelale varsa ardında mutlaka bir mağara vardır. Hem geceyi geçirmek için hem de saklanmak için harika bir yer. Uzun yolculuğun ardından ilk kez dinlenecek olmak şimdiden beni ısıttı.
Milaya ile birlikte şelalenin ardındaki mağaraya adım attık. İçerisi dışarıya göre biraz daha sıcaktı. Ya da artık rüzgar esmediğinden bana sıcak geliyordu. İlk işim topladığım odunlarla bir ateş yakmak oldu. Soğuktan kasılmış bedenim gevşerken çantamdaki son parça ekmeği çıkarıp birkaç yudum suyla birlikte yedim. Yorgun düşen bedenim ateşin etrafında kıvrılırken zihnim ise kendini uykunun kollarına bıraktı.
Sık sık düşler görüyorum. Çoğu zaman gerçekliğini sorguladığım bir varlıkla konuşuyorum. Ona “Rüya Perisi” ismini verdim. Bir erkek mi yoksa kadın mı bilmiyorum. Sureti genç ve kasvetli bir adamı andırsa da düşlerimdeki dokunuşları yumuşak ve ipeksi. Sanki gerçek bir insanmışcasına dimdik ayakta duruyor, hiç konuşmadan beni izliyor. Kanlı canlı bir insan diyemem. Bedeni silik bir ruh gibi. Koyu renk paltosu onu olduğundan daha uzun gösteriyor. Siyah saçları kısa ama bir koyun kadar kıvırcık. Bir de gözleri, sadece birkaç saniye bakabilmişken hatırlıyorum. Beni yutmaya hazır bir kara delik gibiydi.
Neden buluştuğumuzu bilmiyorum. Önceleri ara ara gelirken artık her uykuya daldığımda beni ziyaret ediyor ve her seferinde uzun uzun beni inceliyor, onu takip etmemi istiyor. Yemyeşil ağaçların olduğu ormanda ilerlerken sorgusuz sualsiz onu takip ediyorum. İçimi bir korku kaplıyor. Gözden kaybolacak ve onu bir daha göremeyecek gibi hissediyorum. Onu merak ediyorum, tanımak istiyorum, beni nereye götürdüğünü bilmek istiyorum…
Rüya Perisi beni yine uzaklara götürürken koca koca ağaçların arasında silinip yok olmasıyla uyandım. Gün çoktan ağarmıştı. Milaya sessizce uyanmamı beklerken hareket ettiğimi görünce kişneyerek bunu kutladı. Zemin çok rahat değildi bu yüzden sırtım ve boynum tutulmuştu.
Bir süre sonra toparlandım ve sönen ateşi arkamda iz bırakmayacak şekilde temizledim. Kahvaltılık hiçbir şeyim olmadığından dolayı aç karnımın sesini bastırmaya çalışarak Milaya ile mağaradan çıktım.
Bu yolculuğun amacı güneyde yaşayan kuzenim Arno’yu bulmak. Arno, ailemden kalan son kişi. Bana yiyecek yemek ve bir tas su vereceğine eminim. Ondan başka gidecek kimsem yok. Yeni bir hayat için Arno tek şansım. Ne iş verirse yaparım. Koyunları besler, ineklerden süt sağarım. Ev işlerinde yardım eder, çamaşır ve bulaşık yıkarım. En azından yeni bir düzen kurana kadar buna mecburum.
Beş günlük yolun dört gününü bitirdim. Önümde sadece bir günlük yol varken kendimi halsiz ve hasta gibi hissediyorum. Milaya bu konuda benden daha dayanıklı. Onun sırtında ağır ağır ilerlerken artık gözlerim kararmaya başladı. Milaya’nın tüyleri bir yastık kadar yumuşaktı ama uyumamam gerektiğini çok iyi biliyorum.
Artık açlık hissetmiyorum. Susuzluk bedenimi yakarken tek düşünebildiğim biraz uyumak. Milaya’nın sırtında güvende olsam da endişeliyim. Kırdığım kalplerin günahları için, iyi bir evlat olamadığım için, zamanı iyi yönetemediğim için ve en çok da işe yaramaz, beş parasız, sefil bir insan olduğum için endişeliyim. Yukarıdakinin beni izlerken halime acıdığını biliyorum. Arno’yu bulsam ne değişecek sanki, bir anda çok çalışkan ve faydalı bir insan mı olacağım? Kendimi kandırıyorum. Ben beş para etmez bir insanım. Ailem haklıydı. Hak ettiğim gibi sefil bir halde öleceğim.
Milaya’nın tüyleri gözyaşlarımla ıslandı. Ağlayan gözlerime rüzgar girdikçe daha çok yandı. Teslim oldum ve gözlerimi kapattım. Vücudum gevşedi. Sıkıca tuttuğum tüyleri yavaşça serbest bıraktım. Başım Milaya’nın sırtından yavaşça kayarken düşmeye hazırdım.
Yarım yamalak açık gözlerimle yine onu gördüm. Rüya Perisi burada. Geçen seferlerdeki gibi silik görünmüyor. Onun peşinden koşmuyorum. Yalnız değilim. Milaya’da burada. Onun ipinden tutmuş götürüyor bizi. Şimdi eminim onun bir erkek olduğuna. Siyah sakalları ve esmer teni parlıyor. Kaşları çatılmış, pek de endişeli görünüyor. Ara sıra saçlarımı okşuyor ve elini alnıma koyarak ateşimi ölçüyor.
Ölecek miyim bilmiyorum. Rüya Perisi gerçek mi onu da bilmiyorum. Peki ya Arno? Arno’ya gidebilecek miyim? Hedeflerim ne olacak? Arno beni iyileştirmeyecek mi? Böyle ölmek istemiyorum. Rüya Perisi beni kurtarsın istiyorum.
Arno bir umut. Rüya Perisi ise bir hayal. Arno bir hedef. Rüya Perisi ise hep aradığımız o güç. Arno bir hayal kırıklığı. Rüya Perisi ise bir sığınak. Arno düşlediğimiz her şey. Rüya Perisi düşe ulaşmanın sırrı.
Unutmayın ki Arno’ya giden yolda ne kadar zorluk çıkarsa çıksın Rüya Perisi sizi bulacaktır.