Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Afyon 26°C
Çok Bulutlu
Afyon
26°C
Çok Bulutlu
Paz 24°C
Pts 25°C
Sal 28°C
Çar 26°C

MEÇHUL RUH

MEÇHUL RUH
10 Mart 2024 13:24 | Son Güncellenme: 10 Mart 2024 15:36
241
A+
A-

Su akıp kervanların geçtiği bir köyden oldukça uzakta bir kadın yaşıyordu. O, güzellikten yoksun biriydi ve aslında dış görünüşüyle pek de ilgilenmezdi. Ancak bu köyde bir günah keçisi olarak bilinirdi. Yüzü çirkin ve bedeni yaralarla doluydu, kambur bir duruşu vardı. Ailesi de hep mesafeli ve acımasız davranmıştı ona. Ancak kadının kalbi saf ve temizdi. Hayatındaki zorluklara rağmen Tanrı’ya isyan etmemişti, içinde ne kibir ne de isyan vardı. Dualar eder, ibadetlerini yerine getirirdi ama hayatı yine de çetrefilli ve zorlu olmuştu. Başka biri olsaydı belki de dayanamazdı ama o, yaşadığı zorluklara şükrediyordu çünkü bunun Tanrı’nın ona verdiği bir sınav olduğuna inanıyordu. 

  

Bugüne kadar herkese karşı iyilik ve şefkatle yaklaşıyordu. Ancak bir gün, ailesiyle birlikte yaşadığı yerden uzak, neredeyse hiç yaşam belirtisi olmayan bir köye getirildi. İlk başta bunu bir ziyaret sanmıştı ancak durumun hiç de öyle olmadığını anladı. Ailesinin onu bu kimsesiz köye getirmesinin sebebini anlamak için yaşlılardan biriyle konuştu. Ancak aralarındaki diyalog umut verici değildi.  

 

Ailesi yaşlı adamla konuşurken adam kadına yan gözle baktı ve iyice baştan aşağı süzdü. Ardından ailesine dönerek buna fazla para vermeyeceğini belirtti. O sırada kadın, harap olmuş köyde açan bir çiçekle ilgileniyordu. Yaşlı adam evinin kapısından içeri girerek bir süre ortadan kayboldu. Bu süre zarfında ailesi kendi aralarında konuşuyordu. Yaşlı adam bir süre sonra geri döndü ve yanında birkaç altın getirmişti. Ailesine altınları uzatarak bir daha kadını görmek istemediğini söyledi. Ancak ailesi, ondan kurtulmaya kararlı olduğu için parayı reddetmeden kendi kızlarını yaşlı adama sattı. Ailesi, çocuklarına bir şey demeden geldikleri at arabasına binerek oradan uzaklaştı. 

  

Bunu fark eden kadın, arkalarından koşmaya çalıştı. Ancak kamburluğu ve boyunun kısalığı nedeniyle koşamıyordu. Ayağı toprak zeminin çıkıntısına takılarak yüzü yere düştü. Gözyaşları içinde elini, giden at arabasının arkasına doğru uzattı ancak nafileydi. Kadın, derin acılar içinde ailesinin gidişine tanıklık ediyordu. Ayağa kalkacak gücü olsa da aldığı yara derin bir şekilde kanatmıştı. 

  

Kadın yerdeyken, onun yeni sahibi olan yaşlı adam geldi. Kadın, onu görünce kendisini geri çekti; çünkü çocukluğunu yaşayamamıştı ve hep bir çocuk kalmıştı. Korku dolu gözlerle yaşlı adama bakarken adam, kadının üzerine tükürdü ve bastonunu kaldırarak kadının kalkması için ona vurmaya başladı. 

 

Kadın kendisini korumaya çalışsa da bastonun bedenine verdiği acıyı kaldıramıyordu. En sonunda pes ederek ayağa kalktı. Ardından yaşlı adam, kadına şu sözlerle yaklaştı: 

  

“Bu saatten sonra benimsin. Ailen seni bana satmaya çalıştı fakat sen satın alınmaya bile değmeyecek bir yaratıksın! Tanrı’nın başarısız kadınısın, mide bulandırıcı ve tiksindiricisin! Şimdi gel benimle evime gidiyoruz!” 

  

Dedikten sonra yaşlı adam, ardına bile bakmadan evinin yolunu tuttu. Kadın ise çaresiz bir şekilde onun peşinden gitti. Ev neredeyse tek odalıydı. Eskimiş bir koltuk, bir masa ve hemen köşede duran bir tezgâh vardı. Diğer odada ise yaşlı adamın yatağı bulunuyordu. Duvarlar kabarmış ve çamurdan olduğu için dökülmeye başlamıştı. Adam, yaptığı yemekleri temizlemediği için ev böceklerin yuvası haline gelmiş, fareler dolapları kemirmişti. Adamın pis kokan kıyafetleri her yere saçılmıştı. 

  

Kadın, adamın ona emir vermesini beklemeden işe koyuldu. Önce ocakta duran bozulmuş gümüş tenceredeki yemeği dışarı götürdü. Kapağını araladığında yemeğin iğrenç görüntüsü midesini bulandırdı; içinde bir fare yuvası vardı. Kadın, bunu görür görmez tencereden seri bir hareketle uzaklaştı ve tencereyi orada bıraktı. 

 

Tekrar içeri döndüğünde yaşlı adam, kadının elinde tencereyi görmeyince öfke küplerine bindi. Bastonuna sarılarak kadına tekrar vurmaya başladı. Kadın buna direndikten sonra tekrar temizlik yapmaya koyuldu. Tezgâh, yemek kalıntılarıyla doluydu ve kadın, şans eseri bulduğu bezi ıslatıp ne kadar bastırsa da lekeler geçmiyordu. Tezgahtaki kalıntıları temizlemek onu öylesine zorlamıştı ki saatlerini almıştı ancak en sonunda başardığı için mutluydu. 

  

Kadın mutfak olmayan bölümü hallettikten sonra sıra adamın kıyafetlerine gelmişti. Kadın, yatak odasındaki her bir kıyafeti tek tek toplayarak bir leğenin içine koydu. Ardından evden dışarı çıkarak akan bir nehir buldu ve orada kıyafetleri temizlemeye başladı. Elleri ağrımaya başlamıştı, kıyafetler aylardır temizlenmemişti, neredeyse görüntü anlamında gitseler bile iğrenç koku gitmiyordu. Kadın, elinden geldiğince temizledikten sonra kıyafetleri tekrar leğene koyarak evin yolunu tuttu. Tekrar içeri dönerken yolda bir tilkiyle karşılaştı. 

 

Tilkiyi görünce, kadın bir çocuk edasıyla sevinmişti ve onu sevip okşamak istemişti. Ancak tilki huysuzlanıp ondan korkup saldırmıştı. Kadın korkudan yere yığıldı ve tilki saldırmaya devam etti. Kadın acılar içinde inlerken bunu fark eden yaşlı adam dışarı çıktı ve hızlı adımlarla kadının yanına giderek tilkiyi uzaklaştırmayı başardı. Sonrasında kadına tekrar dönerek ona kızdı. 

  

Kadının kolu kanıyordu ve canı acıyordu. Kanamanın durması gerekiyordu ama yapamazdı. İşe dönmeliydi. Bu yüzden kıyafetleri aldı ve evin yanındaki kurumuş bir ağaca astı. Sonrasında eve döndü ve geriye kalan tek tük işleri halletti. Tam rahatlayıp bu çilenin bittiğini düşündüğünde adam, tekrar huysuzlanıp kadından yemek yapmasını istedi. Kadın oturmaya fırsat bulamadan ayağa kalktı ve tezgâha gitti.  

 

Dolapları açtığında işe yemek yapacak bir şey bulamadığı için telaşa kapıldı o sırada en köşede duran son dolabı araladığında çürümüş birkaç patatesle karşılaştı. Onları alıp körelmiş bir bıçak yardımıyla elinden geldiğince soymaya başladı. Soyduktan sonra temizlenmemiş bir tencereye su koyarak patatesleri haşlamaya başladı. Patatesler haşlandıktan sonra böceklerin ağlar örmüş bir tabağa alarak ona koydu ve adama teslim etti. Adam bundan hoşnut olmasa da yemek zorundaydı. Homurdanarak önüne konmuş yemeği yedi ve bir kısmını da kadına ayırma nezaketini gösterdi. Kadın kalan yemeği aldı, önce çekindi, sonra yedi. 

  

Gece olmuştu, artık dinlenme vakti gelmişti. Kadın, adamın yatağını toparladı ve hazırladı. Ardından yaşlı adam yatağa gelerek oturdu, ancak kadının gitmesine izin vermedi. Yaralı kolundan tutarak onu yatağa çekti. Kadın direnmeye çalışıyordu, ama yapamıyordu. Adam, üzerindeydi, ağırlığı altında eziliyordu. 

 

Kadın korkuyordu, ne yapacağını bilmiyordu. Onu itmeye çalışsa da nafileydi ve patatesleri soyduğu bıçak aklına gelerek ona ulaşması gerektiğini fark etti. Onu adamdan kurtulmak için elleriyle adamın gözlerine saldırdı. Adam, bu acıyla inleyerek kadından uzaklaştı ve kadın koşarak tezgâha gitti. Yaşlı adam küfürler savurarak kadının peşinden hızla gidiyordu. Kadın, tezgâhta duran bıçağını eliyle sıkıca kavramıştı ve tam o sırada adam gelmişti. Kadın arkasına döndüğünde yaşlı adam ona saldırdı ve kadının elinde tuttuğu bıçak adamın karnına saplandı. Adam oracıkta yere yığıldı ve kadının elleri kana bulanmıştı. Kadın orada titremeye başladı ve ayakta kalamayarak yere yığıldı. 

  

Karşısında bir adamın ölü bedeni yatıyordu ve kendisi katil olmuştu. Kana bulanmış ellerine ve yaşlı adamın cansız bedenine bakıyordu. Çok geçmeden öfkeden gözleri dönerek çığlık attı. Ve haykırarak, “Bunu bana yaptıran sensin Tanrım! Sen beni katil yaptın! Beni bu duruma sürükleyen sensin! Seni alçak yaratıcı! Bugüne kadar sana tapındım, sana ibadet ettim. Seni ise ailemin beni satmasına izin verdin, şimdi de katil ediyorsun! Sana lanetler olsun Tanrım, sana lanetler olsun…” dedi. 

 

Kadın, bu sözleri haykırdıktan sonra yaşlı adamın bedenini orada bırakarak evden çıktı ve kıyafetlerini yıkadığı nehire gitti. Vardığında artık Tanrı’nın yaşamadığını ve öldüğünü anlamıştı. Bu hayata tutunması için başka bir şey de yoktu, o yüzden kendisini akan nehire bıraktı. Yüzme bilmiyordu ama artık önemli değildi. Tanrı ölmüştü ve tek sığınağı olan mabedi artık yoktu. Kendisi için yaşamanın anlamını görmüyordu. 

  

Kadın orada can verdi ve köy öylesine ıssız bir yerdi ki kimselerin orada yaşayan insanlar olduğuna inanmazdı. İkisinin cenazesi olmayacaktı. O gün dünyadan iki insan gitti. Birisi kötülerin en kötüsü, diğeri ise bir melek saflığında bir ruhtu… 

19 yaşında, bir çok edebi türü kaleme almaya çalışan meftun bir burjuva
YORUMLAR

  1. Funda IŞSİZ dedi ki:

    Kaleminize sağlık…