LENORA
“Konu hiçbir zaman onlar olmadı. Konu her zaman bendim. Ana rahmine düştüğüm anda yazılmış kaderim. Solena, Astana, Redlena ve Delfina adında dört büyük krallığı büyük bir felaketten kurtarıp yeniden birleştireceğimi umud ediyorlarmış. Oysa ben, tüm krallıkların soyunu kurutmaya yemin etmişim.”
Asırlar önce anlatılıp durulurmuş. Solena Krallığı’nın gelmiş geçmiş en yüce kralı, Kral Leon ile Astana Krallığı’nın biricik kraliçesi Liyana’nın aşkı öyle nadide bir aşkmış ki duyanları hüzne boğarmış. Birbirleri için yaptıkları fedakarlıklar, dilden dile dolaşmış. Onların sevgisi öldükten sonra bile ilelebet yaşamaya devam etmiş. Fakat her aşkta olduğu gibi bu aşkta da bir engel varmış. Ortada bir ihanet söz konusuymuş. Kral Leon, eşi Kraliçe Fiona ile bundan tam otuz yıl önce Redlena Krallığı arasındaki savaşa son vermek için evlenmiş. Leon, Fiona’yı asla sevmemiş ve ona hiçbir zaman dokunmamış. Onun kalbi her zaman Liyana için atıyormuş. Bu sırada Liyana, Delfina Krallığı’nın Astana Krallığı’na açtığı savaşta Astana Kralı Diego ile evlenerek bu savaşa bir son vermiş. Bu durumda dört krallık da halinden oldukça memnun bir şekilde savaşı durdurmuş ve bir barış anlaşması olan Pax’ı imzalamışlar. Pax’ın kurallarına göre yaşamaya başlayan halkı gören krallar Pax’ı bir anayasa haline getirmiş.
Ortalığın durulmasını fırsat bilen Leon ve Liyana birbirlerinin hasretine dayanamayarak sık sık görüşür olmuşlar. Solena kuzeyde olduğu için hep soğuk, Astana ise güneyde olduğu için her zaman sıcak olan bir krallıkmış. Bu sebeple bazen doğu krallığı olan Delfina sınırında bazen de batı krallığı olan Redlena sınırında buluşurlarmış. Her buluşmalarında bir sonraki buluşma için daha çok heyecanlanır ve gün sayarlarmış.
Zamanla birbirlerine olan özlemleri arttığı için daha sık görüşmeleri dikkat çekmiş. İlk şüphelenen Kral Diego olmuş. Yakalanmaktan korktukları için önlem almak adına bir süre görüşmeme kararı alsalar da son bir vedayı esirgememişler kendilerinden.
O gece Leon ve Liyana tutkuyla öpüşüp birbirlerinin olmuşlar. Leon onu tıpkı bir daha hiç göremeyecekmiş gibi öpüyor, kendince veda ediyorken; Liyana ise onun kokusunu unutmamak için tanrıya yalvarıyor, gözyaşlarını tutamıyormuş. O gün, bundan tam üç ay on beş gün sonra Delfina Krallığı’nın sınırında buluşmak için birbirlerine söz vermişler.
Aradan tam bir ay geçmiş ve krallığa Astana Kraliçesi Liyana’nın hamile olduğu haberi gelmiş. Doğacak olan bebek Leon ve Liyana’nın aşkının bir meyvesiymiş. Bu bebeğin doğması demek ihanetin ortaya çıkması demekmiş. Sözleştikleri gibi tam üç ay on beş gün sonra buluştuklarında Liyana, bebeğin babasının Leon olduğunu söylemiş. Leon sevinçten havaya uçarken bir yandan da endişeliymiş.
Uzun bekleyiş sonucunda Liyana, tüm krallığın en güzel, en zarif ve ihtişamlı kız çocuğunu doğurmuş. Fakat Kral Diego küçük kızı kucağına aldığı anda onun çocuğu olmadığını anlamış. Kral Diego kızıl saçlı mavi gözlü iken bu bebek kuzey kadar soğuk gözlere, kar kadar beyaz tene ve kuzeyin karanlık sokakları kadar siyah saçlara sahipmiş. Diego o gece Liyana’yı öldüresiye dövmüş ve bu bebeğin babasının kim olduğunu söylemezse onun birkaç saatlik yaşamına son vereceğini söylemiş. Liyana kızını korumak için gerçeği söylemek zorunda kalmış. Diego ihanetin acısıyla ve büyüyen öfkesiyle her yeri yakıp geçmiş. Liyana’nın kalbini söküp çıkarmış kılıcıyla.
Elindeki bu bebekle ne yapacağını bilemeyen Diego, başta onu öldürmek istemiş fakat bebek öyle masum görünüyormuş ki onu dikkat çekmemesi için ait olduğu krallığa, Solena’ya götürmüş. Adamlarına, bu bebeği bir sepete koyarak köylülerin evinden birinin kapısının önüne bırakıp gitmelerini emretmiş. Bebeğin doğmasını dört gözle bekleyen tüm krallıklara ise doğum sırasında Kraliçe Liyana’yı ve bebeğini kaybettikleri söylenmiş. Bunu duyan Kral Leon son yıllarını sessiz bir yas içinde geçirmiş. Acısını kalbine gömen kral, zamanla çok değişmiş. Aksi, huysuz ve öfkeli bir adam oluvermiş.
Bu süre zarfında Kral Diego, küçük kızı yıllar boyunca uzaktan izlemiş. Kazara onun için en güvenli ortamı seçmiş olması az da olsa içini rahatlatmış. Ona anne ve babalık eden bu genç çiftin aslında hiç çocuk sahibi olamadıklarını öğrenince ise içten içe iyi bir şey yaptığını düşünmüş. Ona babalık yapan adam bir demirci, annesi ise örgü örüp onları makul bir fiyata satan basit bir köylüden ibaretmiş.
Bir sabah pazarda örgü satarken annesinin ona Lenora diye seslendiğini duymuş Diego. Ona “ışık” anlamına gelen yüce bir isim seçmeleri Diego’yu gülümsetmiş. Onu öldürmeyi düşünen adam yıllar geçtikçe kanından olmayan bu kıza sevgi beslemeye başlamış.
Günler böyle süregelirken hiçbir sır sonsuza dek yaşamazmış. Umutsuzluğun eşiğinde olan Kral Leon, yıllar önce Liyana ile en son buluştukları, Delfina sınırındaki ormanda bulmuş kendini. Her zaman oturdukları büyük kayanın üzerinde küçük bir bebekmişcesine ağlamış. Elinde bir hançer tutarken tanrıya yalvarmış, bir mucize olması için yalvarmış. Hançeri göğsüne iliştirdiği esnada bir ok fırlamış başının üzerinden. Şapkasını havalandırıp ağaca yapıştıran oka bakmış önce, hemen ardından başını okun geldiği yöne çevirmiş. Karşısında siyah, uzun pelerinli, erkek kıyafeti giymiş genç bir kadın duruyormuş. Başına geçirdiği pelerinin şapkasından yüzü gözükmese de kuzeyin karanlık sokakları kadar siyah saçları ışıl ışıl parlıyormuş. Kral Leon, onun siyah bir melek olduğunu sanmış. Usulca yanına yaklaşmış ve pelerinin şapkasını geriye doğru iterek kar kadar beyaz yüzünü ortaya çıkarmış kadın.
Kral Leon, bir an için karşısında genç Liyana’yı gördüğünü sanmış. Korkudan buz kesen adam bu genç kadının kim olduğunu merak etmeden edememiş. Adının Lenora olduğunu söyleyen kadın, kraldan af dilemiş. Ülkenin ona ihtiyacı olduğu ve hayatı sevmesi konusunda ise nutuk çekmeyi ihmal etmemiş.
Kral Leon, genç Lenora sayesinde hayata dönmüş. Uzun araştırmalar sonrasında bu cesur kadının onun özbe öz kızı olduğu sevinciyle dolup taşmış. İçine Liyana’nın yaşıyor olma umudu dolunca Leon, tüm gerçekleri öğrenmeye and içmiş fakat gerçekler pek de beklediği gibi çıkmamış. Leon öğrendikleri karşısında şoke olurken Diego’dan intikam olmak için yanıp tutuşuyormuş.
İşe önce kızına gerçekleri anlatmakla başlamış. Eğer onu kendi tarafına geçirebilirse Diego’yu alt etmeleri daha kolay olacakmış. Bu alenen Güney Krallığı’na açılan savaş demekmiş. Pax Anlaşması bozulunca krallıkları uzun yıllar kaosa, açlığa ve kuraklığa sürükleyecek dönem başlamış. Kılıçlar çekilmiş, atlar şaha kalkmış. Redlena Krallığı, Astana ile ittifak kurarken Delfina Krallığı kızının ölümünden Kral Diego’nun sorumlu olduğunu öğrenince Solena’dan yana olmuş.
Savaş bitmek bilmezken Lenora, yeni bulduğu babasını Diego’nun kılıcından koruyamamış. Artık bir değil iki kan varmış o kılıçta. Lenora öfkeden deliye dönmek üzereymiş. Sadece Diego’ya değil, öfkesi herkeseymiş. İçinde bulunduğu bu berbat gezegeni, yaşayan tek bir canlı kalmayana dek yok etmek istemiş.
Lenora her zaman güçlü bir kadın olmuş. Öz babası olmasa da çoğu şeyi onu büyüten babasından öğrenmiş. Bir demirin nasıl bileneceğini, nasıl iyi bir kılıç yapacağını, ok atmayı, at sürmeyi ve daha bir çok şeyi… Babası ona her ne kadar sevgi verse de Lenora, her zaman çabuk sinirlenen, öfkeli ve fevri bir kız olmuş. Bu özelliğini bariz bir şekilde öz babasından almış. Yaşıtı kızlar gibi etek giymemiş hiçbir zaman. Kırlarda koşmamış, annesiyle örgü örmemiş, çiçek toplamamış. O, tam bir savaşçı olarak büyümüş.
Şimdi ise yüz binlerce askerin ortasında gökyüzü ağlarken haykırıyormuş. Acısını bulutlara yüklemiş, onun yerine dökebilsinler gözyaşlarını diye. Yüzüne değen binlerce yağmur damlasının altında Lenora, kılıcını göğe kaldırmış. Üzerinde olduğu kara at şaha kalkmış. Rüzgarda dalgalanan, kuzeyin karanlık sokakları kadar siyah ve uzun saçlarını elinin tersiyle iterek sürmüş atını. Kıpkırmızı bir bez parçasına saldıran boğa kadar dönmüş gözü. Diego’ymuş asıl hedef. Gözünü kararttığı gibi tek hamlede düşürmüş onu atından. O daha ayağa kalkamadan tam karşısında kudretli bir şekilde dikilmiş Lenora. Kılıcını çenesinin altına yerleştirip onu etkisiz kılmış. “Sen! Dört krallığın gelmiş geçmiş en âdi kralı, kılıcında taşıdığın o yüce kana karşılık kan alacaksın.” Demiş Lenora. Sesi fırtınaya karışmış. Savaşan herkes durmuş. Durmuş ve Lenora’nın sesiyle buz kesmiş.
Herkes ne olacağını beklerken Lenora, bu savaşa bir son vermiş ve kılıcıyla Diego’nun kalbini yerinden söküp çıkarmış. Büyük bir zaferle, gözünden tek bir damla yaş akıtmadan kılıcını havaya savurmuş. Öfkesinden deli gibi soluyan Lenora savaşın bittiğini bu şekilde ilan etmiş. Sırasıyla Solena, Astana, Delfina ve Redlena Krallıkları Lenora’nın önünde diz çökmüş.
O gün bir tarih yazılmış. Tüm krallıkları yıkmaya and içmiş bir genç kadının hükümdarlığı konuşulmuş. Kehânet gerçekleşmiş. Tüm krallıkları birleştirmesi umud edilen çocuk, dört krallığın ilk kadın imparatoru olmuş.