GÜZDE SESSİZLİK

Virginia Woolf der ki: “Her kadının kendine ait bir odası olmalıdır.” Bu satırları ilk okuduğum zaman algılayamayacak kadar küçüktüm ama yine de zihnimde bir köşede kendilerine çoktan yer edinmişlerdi.
Şimdi sonbaharda, yaprakların döküldüğü vakitte, hışırtıların arasında ve serin rüzgar eserken düşünüyorum bu cümleyi. Şayet kendime ait bir odam olmasaydı ne olurdu bana? Bir defterim ve bir kalemim olmasa ne kadar kalabilirdim aklı başında?
Ellerimi cebime soktum. Kendi kendime gülmeden edemedim o an. Şüphesiz bunlara sahip olmak benim için iyiydi ve hayatta kalmamı sağlıyordu. Gerçekliği olmasa bile hayalleri var edebilirdim. Bir kalem işte bunu yapardı. Bu yüzden sözcükler benim tek dayanağımdı.
Yine de keskin bir bıçak gibi olduğunu unutuyordum zaman zaman. Dudaklarımın içini dişledim bunu hatırlamamla. Adımlarım küçüldü ve yavaşladı, dik duran omuzlarım düştü. İşte şimdi dar bir sokakta çöküp ağlayacak haldeydim.
Göğsümde bir sancı kendine yer edindi ve bir kötü hisler yumağı çöreklendi; kızgınlık, kırgınlık, kaygı… İşte her ne kadar sorunlu his varsa az önce gülümseme yerleşen dudaklarımı titretiyordu.
Dışarıdan yürüyor görünüyordum.
Bir kafeye ilişti gözlerim, içeri girip boş bir masaya oturdum.
Sıcaktı. Üşümüş olduğumu ancak o an anlayabildim. Ellerim titriyordu. Soğuktan değil. O korkunç his yumağından.
Titreyen parmak uçlarım fermuarı açtı ve bir defterle dolma kalem çıkardı.
Boş sayfa tertemiz ve bir hikâye bekliyordu benden. Bugüne kadar hiç böyle bir hikâye yazmamıştım, kalbimi ve bedenimi böylesine işgal eden.
Nasıl başlayacağımı biliyordum ama nasıl biteceğini bilmiyordum.
Bir kadın ve bir adam, sanki bu devirden değiller. Birkaç asır evvel güzel müstakil bir evin, güneş süzülen odasındalar.
Birbirlerini hiç görmediler daha evvel ama hep biliyor gibiler.
İşte şöyle başlamalı bu hikâye:
Kadın konuşur önce.
“Bir şey yapmadım. Tesadüf sadece.”
Ve adam cevap verir.
“Tesadüf yoktur. Kader vardır. Biliyorsun.”