GÖNÜL KÖRLÜĞÜ
![GÖNÜL KÖRLÜĞÜ](https://www.kordergi.com/wp-content/uploads/2024/12/IMG_20241207_152617.jpg)
Trenin kalkmasına bir saat vardı. Onu görme umuduyla çıktım evden. Her zaman aynı yolu kullanmama rağmen bu sefer kestirmeden gitmeye karar verdim. İstasyon evime on dakika mesafedeyken yine de yetişemeyeceğimden korkuyordum, onu göremeyeceğimden korkuyordum…
Her sabah aynı saatte trene binen bu kişiye karşı derin hisler besliyordum. Zaman zaman içimi bir umut kaplasa da bu duyguyu tahtada çivi söker gibi çekip alıyordum içimden. Çünkü biliyordum bakışlarımızın dahi birbirine değmediği bu raylarda, yüreklerimiz birbirine nasıl değebilirdi ki? Ona en fazla sekiz adım mesafe kala yaklaşabiliyordum. Korkmaktı bu, beni fark etmesinden korkuyordum… Yığınla toplanmış insanlar arasında beni fark edebilir miydi? Sanmıyorum fakat yine de korkuyordum. Bu sefer kararlıydım, her gün giydiği o yeşil paltosuyla nereye gittiğini öğrenmeye kararlıydım. İstasyona vardığımda trenin hareket etmesine 48 dakika vardı. O gün diğer günlerin aksine istasyon biraz daha tenhaydı.
Sol eldivenin uçları yırtık olan çocuk yine simit satıyordu. Sanırım işler yolunda gitmemişti bugün. Yüzü asık, kaşları çatık, sesi hırçındı. Aslında kahvaltı yapmamıştım -hoş kahvaltılardan oldum olası hoşlanmam- bir tane simit alabilirdim. Birden küçüğün yanında onu gördüm, simit alıyordu; iki tane… Birini, benim için almasını ne çok istemiştim o an. Benim olduğum tarafa yöneldi, kalbimin sesi yükselmeye başladı. Hayır, olamaz! Az sonra her şey ortaya çıkacaktı ve durduramadığım duygularımın yüz ifademe yansımasıyla ona yakalanacaktım. Watson’u düşünüyordum, acaba Sherlock olayları çözüme kavuştururken, ne geçiriyordu zihninden. Kendimi o sahnelerden birinde hissettim. Bana doğru Sherlock’muş gibi yaklaşıyordu… Kaçmalı mıydım? Hayır, hayır! Çekip aldım bu düşünceyi zihnimden.
Yaklaştı, yaklaştıkça adımlarının sesi kalbimin sesine karıştı, yüreğimin tam ortasında bir boşluk, boşlukta bir deniz hissettim. Oturduğum banka önce çantasını indirdi sonra kendisi oturdu, sanki bank boşmuş gibi yayıla yayıla oturdu…
Birden daha önce aklıma gelmeyen bir düşünce peyda oldu; yoksa yoksa, görmüyor muydu? Evet, evet gözlerinde bir bozukluk olmalıydı. Ben hayalet olmadığıma göre muhtemelen onun gözlerinde bir sorun vardı. Elindeki simitlerden birini yemeye başladı. İki de bir küçük el defterine de bir şeyler karalıyordu; şiir desem değil, zehir desem değil. Bir ressam gibi ne karalıyordu?
Hep yanımda taşıdığım şekerlerden birini onun çantasına gizlice bıraktım. O gün onunla gitmekten vazgeçtim. Beni görmeyen birinin, nereye gittiğinin de bir önemi yoktu diye söylenip, duygusal bir düşünceyle kalkıp eve doğru yöneldim…
Belli bir vakit bu olay hep tekrarlandı. Ben her gün erkenden o banka gelip oturur ve bıkmadan, usanmadan onu izlerdim. O da simidini alıp yanıma otururdu ve ben her gün onun çantasına şeker koyardım. O şekerin nereden geldiğini asla sorgulamadığına ve aklının ucundan geçmediğime yemin edebilirdim. Yeşil paltosu ona o kadar yakışıyordu ki dünyadaki bütün yeşilleri uzaya fırlatıp, bu yeşili etrafa saçabilirdim.
Kafamı kurcalayan şeylerden biri de; neden iki simit alıp birini yiyip, diğerini çantasına atıyordu?Geçen gün bunun nedenini öğrendim ve dünyam o an bir beton yığını gibi yıkıldı. O gün onu takip etmiştim. Yürüdü, yürüdüm… Trene bindi, bindim… Sağ tarafa düşen bir pencere kenarına oturdu, ben de karşısına oturdum. Tren ilerledi, ilerledikçe ömrüm ona doğru akıyordu, gözlerine çarpa çarpa akıyordu…
İlk istasyona vardık, varmaz olaydık… Ruhumun bütün hücrelerini, o istasyonda kaybettim. Billur gibi bir hanımefendi bindi trene. Gelipte gözümden sakındığım yay kaşlı, haşin bakışlı, yürek parçamın yanına oturdu. Sevdiğim bile diyemediğim bu delikanlı, her gün şeker koyduğum çantasının cebinden çıkardığı simidi kıza uzattırken: “Saçların” dedi, “bugün daha bir güzel, seni bir kez daha sevdim” sözcükleri dökülürken ağzından, benim yüreğime kara saplı bir bıçak gibi saplanıyordu. O gün bütün duygularımı öldüren o kara saplı bıçak, aynı zamanda bana bir gerçeği de göstermişti; kör değildi, herkesi gören o aheste gözleri, bir tek beni görmüyordu…
Bu gerçekle yüzleşip trenin boşluğundan sonsuzluğa atmak istedim kendimi. Fakat içimde beni korkusuzca durduran umutlu bir cesaret vardı; başka bir yürekte, hiç görmediğim gözlerde, saklı sevgiler gizliydi, benim için…