Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Afyon 21°C
Çok Bulutlu
Afyon
21°C
Çok Bulutlu
Çar 23°C
Per 20°C
Cum 14°C
Cts 14°C

BOŞLUĞUN KIYISINDA

BOŞLUĞUN KIYISINDA
20 Şubat 2025 20:56
163
A+
A-

28 Ocak

Bugün pazartesi. Göz kapaklarımın üzerindeki tonlarca ağırlığı atarak uyanmaya çalışıyorum. Her gün olduğu gibi, “Bugün diğer günler gibi olmayacak” düşüncesiyle buluyorum kendimi. Ta ki gözüm etrafa göz atmaya vakit buluncaya kadar… Yine çok geçmeden güzel düşüncelerimden arınıyorum. Saat 8.41. Gitmek istediğim yere geç kalmış sayılmıyorum, nereye gideceğimi bilmeden geç kalmış sayılmam ya. Ayaklarımın kalkmak için direneceği bağları güç bela çözüyorum. Hedefim banyoya gidip kendime gelmeye çalışmak. Ama ne hikmettir ki vücudum bugün de beni şaşırtmıyor. Hergele, ne var sanki güzelce kalkıp bir duş alsan, aynada kendine bakıp özen göstersen ne olur sanki, incilerin mi dökülür, hiç!

Banyoya doğru adım attıkça idrak gücüm daha da artıyor. “Önce dolapta kalanlarla kahvaltı yaparım, yok yok Mazlum abiden bir simit aldım mı tamamdır, oradan Eşref abiye geçip ısmarladığım kitapları alır, sahile oturup saatlerce incelerim. Nasıl olsa bekleyenim yok, beklediğim yok, işim yok gücüm yok, sadece kendim, ah be bugün değmeyin keyfime!”

Aynanın karşısına geçip şairin yıllar yılı dost bildiği aynalar dizesinde kalıyorum. Ulan bu tiple insan içine çıkıyorsun ya, helal olsun! Yok yok bu böyle yürümez Behçet! Önce ayaklarının üzerine basabilmen lazım. Yüzümdeki soyut lekeleri gösterdiğini zannettiğim, aslında fi tarihinden kaldığı için leke tutmuş aynamın önünde olduğu kadar yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçalıyorum. Bugün benden iyisi yok! Gevrek bir gülümsemeyle odama dönüp bir hışımla üzerimi giyiyorum. Acelem var ya! Aynı hışımla kendimi sokağa atıp yüzüme her zamanki boş gülümsememi takıyorum.

“Günaydın Salim abi.” Bu adam da üç kuruş maaşla altı kişiye bakıyor ama görsen sanki dünyalar onunmuş gibi huzurlu. Mutluluk rahatlık parada değil ki oğlum, kafanın içinde olacak kafanın.

“Selamun aleyküm Mazlum abi.”

“Oo aleyküm selam Behçet, kaç gündür nerelerdesin?”

“Nerede olayım be abi, evdeyim bir yere çıktığım yok.”

“Bu kadar evde oturma oğlum, gençliğine yazık, bak yaşıtlarına, çık gez dolaş.”

“Aman abi, ben yaşıtlarımla yaşıt gibi hissediyor muyum bir sorsana sen bana. Oradan bir gevrek ver.”

“Buyur Behçet’im.”

“Sağ ol abi, görüşürüz.”

Her seferinde kafa açmasa olmaz. Belki ben yaşıtlarım gibi olmak istemiyorum, olamaz mı? İlla tam şu olacağım da diyemiyorum ama ne olmak istemediğimi biliyorum çok şükür. Kendim olmak istiyorum ve başkası gibi olmaya çalıştıkça huzuru asla bulamayacağımı biliyorum. Hani arayanlar bulamaz, bulanlar da muhakkak arayanlardır ya Mazlum abi, her neyse sen anlamazsın zaten.

Neyse, bugün benden iyisi yok. Kafamdaki kuru kalabalığı susturmaya çalışırken Eşref abinin dükkanının önünde buluyorum kendimi. Allah’ım, lütfen Eşref abi de lafa tutup beni olmadığım şeylere zorlamaya çalışmasın!

Kitabevinin kapısını açarken kapının üzerindeki yazıya gözüm takılıyor: “Cenazeye gittim, döneceğim.” Bir gün herkesin kendi cenazesine katılıp geri dönemeyeceğini düşünüyorum. Gidip dönmemek, dönememek… Eğer bir gün cenazemden haberim olursa ben de kapıma, “Cenazeye gittim, dönmeyeceğim” yazarım.

“Eşref abi, bana kitap ayırtmış da onları alabilir miyim?”

“İsminiz neydi?”

“Behçet (hastalık değil ben olan Behçet).”

“Evet, buradalar buyurun.”

“Teşekkürler, hayırlı işler.”

“Sağ olun, iyi günler.”

Dükkandan çıkarken elimdeki kitapların mutluluğu arasında ismimin anlamını düşünüyorum. Acaba gerçekten ismim benim için mutluluk mu ifade ediyor yoksa takıntılı düşüncelerimin bedenimi, zihnimi, tüm ruhumu ele geçirdiği bir hastalık mı?

Sürekli dönüp duran düşüncelerime “Behçet hastalığı” ismini vermeye karar verdim, hem bana özel hem de sadece beni saran düşüncelerim.

Yolun karşısına geçip banklardan birine oturuyorum. Sanırım bu dünyada en çok sevdiğim şey bu banka oturup denizi seyretmek, diğeri de…

Bazen denizin uçsuz bucaksız olduğuna, hiç ulaşılamayacağına kendimi inandırıyorum. Çünkü ulaşılan bir yer olması gözümdeki değerini küçültüyor, hep sonsuz kalması fikri biraz hayalperestçe olsa da bana daha havalı, daha hayali geliyor.

Poşetten gevreğimi çıkarıp yemeye başlıyorum, her günkü tadından farklı bir lezzet aramaya çalışıyorum ama aynı işte, susam, pekmez ve hamur.

Etrafımdaki insanları izlemeye koyuluyorum, kimi koşuyor, kimisi çocuğuyla eğleniyor, bazısı da kulaklığını takmış sadece bedenen orada bulunuyor, kim bilir aklından neler geçiyor, okul, ev kirası, iş, aile sıkıntıları… Herkes kendi derdini kendi içinde suçlayıp yeşertiyor diye düşünüyorum.

Bir de kendime bakıyorum, yahu kendi derdin yetmiyormuş gibi bir de başkasının derdini düşünüyorsun, önce kendine baksana, önce kendine sorsana nasılsın, ne yapmak istiyorsun, nereye gidiyor bu hayat?

Bir dinleyenin var mı, bir söylendiğin, bir omzunda ağladığın, bir şeye ihtiyacın var mı?

Aslında hiçbir şeye ihtiyacım yok ama birçok şeye ihtiyacım varmış gibi eksiğim. Bu eksikliğin ne olduğunu ne tanımlayabiliyor ne de yerini doldurabiliyorum. Sanki kocaman bir boşluğu içimde taşıyorum, doldurmaya ne takatim var ne hevesim. Sakince yorulduğumu hissediyorum, bağırıp çağırmadan, kırıp dökmeden… Sakince de ölmek istiyorum çünkü kendim için bile savaşmaya gücüm yok.

Mendil satan küçük bir çocuk yaklaşıyor yanıma, gözleri bal gibi, gülüşünün sıcaklığı içimi ısıtıyor.

“Abi, mendil alır mısın?”

“Ver bakalım bir tane.”

“Buyur abi.”

Çocuğa parasını uzattıktan sonra tekrar gülümsüyorum, yanımdan o kadar mutlu uzaklaşıyor ki ona dünyaları versem bu kadar sevinmezdi. Belki de bu dünyada en çok bu minik kalplerin kocaman gülüşlerine hayranım.

Gevreğimden bir ısırık alıp aldığım kitaplardan birini açıp okumaya başlıyorum.

“- İsminiz nedir?’’ dedi.

– Ahmet Raci.

– Raci mi? (Gülerek) İnsanlığın ismini gasp etmişsin nurum!

– Ne gibi?

– İnsanoğlu o kadar aciz, zayıf ve muhtaçtır ki hayatını ricayla geçirir. Raci demek insan demektir.”

İnsan istemekten başka nedir ki zaten?

Sadece kitap okurken hastalığımdan kurtulabiliyorum. Zaman o kadar geçmiş, ben kitaba öyle çok dalmışım ki yavaş yavaş hava kararmaya, deniz bile uyku için çekilmeye başlamış. Eşyalarımı toplayıp ayağa kalkıyorum.

Ayaklarım eve doğru sürükleniyorken eve gitmek istemediğimi düşünüyorum. Eve gidip ne yapacaktım? Aynı kapı, aynı duvarlar, aynı yatak. Bunları düşünürken yol üstünde bir parkta buluyorum kendimi. Kitapları yere koyup salıncağa atıyorum. Ağırlığımdan öyle çok gıcırdıyor ki bir anlığına kafamdaki sesleri duymuyorum.

“Hadi Behçet, artık gitmemiz gerek oğlum. Lütfen anne, biraz daha salla ama bu sefer hızlı salla. Korkmaz mısın? Hayır anne, ben hiçbir şeyden korkmam.”

Biraz sallandıktan sonra kitaplarımı alıp yola devam ediyorum. Hadi Behçet, artık gitmen gerek oğlum.

 

Düşüncelerim tıpkı orkestra gibi her biri ayrı bir enstrüman çalıyor. Ben de bu orkestranın çıldırmış şefi olarak onları yazarak yönetmeye çalışıyorum.
YORUMLAR

  1. Yaren dedi ki:

    Uzun zamandır bu kadar yakın hissettiren bir karakter okumamıştım. Yazı dili de gayet güçlü. Harika bir iş bizi bekliyor.

  2. şeyda dedi ki:

    soğuk kalmış birinin sıcak cümlelerini okumak her insanın içinden geçtiği yol gibi hissettiriyor,fazla tanıdık. Dili sade ve fazlasıyla güzel, anlatımını ve kurgusunu çok beğendim, yazarın işlerinin devamını heyecanla bekliyor olacağım.

  3. Yasemin Doğan dedi ki:

    Okurken kendimi usta bir yazarın satırlarında gibi hissettim.. gerçekten inanılmaz akıcı bir dile ve olay örgüsüne sahip, serinin devamını merakla bekliyorum…

  4. Havin dedi ki:

    Behçet karakteri çok iyi yazılmış. Depresif hali okuyucuya son derece geçiyor, hatta daha fazla depresif bile olabilecek bir karakter olduğu düşüncesi uyandırıyor. Kişisel olarak Behçet’in çok daha depresif olduğu, bol buhranlı ve daha sancılı dönemlerini etkileyici ve daha vurucu sahnelerle görmek beni mutlu eder. Elinize, emeğinize sağlık. Umarım önünüzde yazar olarak kendinizi geliştireceğiniz uzun yıllarınız olur ve bende okuyucunuz olarak bu gelişime yakından şahit olurum.

  5. frd dedi ki:

    en tatlı yerinde kesilen uyku gibi tadı damağımda kaldı devamını bekliyorummm