BİLGE AĞAÇ VE HÜRRİYET ÖĞRETİSİ
Seher açıyordu ellerini ufukların ardına. Yılkılar zamanın ötesinden uçuyordu. Mitân, dildar olduğu dilber dağına aşkın büyüsünü seslendiriyordu. O sıra, bilge ağaç ise yüreğinde coşan sazendedelerle, semahın serzenişlerini yankılara anlatıyordu. Tüm bunlar olup dururken Siruni böyle görkemli bir seherde henüz köyden çıkmamıştı bile. Uyanmıştı yalnız bir ağırganlık çökmüştü ve tuhaf sihirler içinde ve gelgitlerin arasında sıkışmış bir vaziyette mecali kalmamıştı. O sıra bilge ağaç, “Geç bile kaldı diyerek.” merak içinde beklerken Siruni’yi, Siruni annesi Revşan Hanım’ın odasına geçerek yanına uzanıp kendine gelene kadar oracıkta uzanmayı tercih etti. Bir saat geçmişti ki bir an sonra uyandı ve etrafına bakındı. Vişne kırığı kapılar, tozlanmış sarımsı açık pencere ve bir de Revşan Hanım’ın kafeste beslediği iki keklik. Hiçbir şey dikkatini çekmese bile kafesteki keklikler bir an nazarını onlara kilitledi. Yerinden kalktı ve aksak adımlarla kafese yaklaştı. “Siz neden buradasınız.” dedi kekliklere. Kekeliklerden eril olanı dik ve vakur bir bakışla süzerken Siruni’yi asil ve asi bir tavır arasında Siruni’ye “Bizi yurdumuzdan edenlere sor bunu.” dedi. Siruni bir an afalladı ve haklılık ve haksızlığın cenderesi üzerinde duran köprünün ortasında silkinmeye çalıştı ve sonra eril olana dönerek “Ben de sizler gibi dağları ve ufukları ve dorukları severim, ben de sizler gibi uçamıyorum çünkü kanatlarım yok.” dedi. Kekliklerden dişi olanı atıldı ve dingin ve kendinden emin bir tavırla kanatlarını silkerek “Senin kanatların zihninde bulunan doruklardır. Ne zaman oraya erişirsen bizi de oraya eriştirirsin.” dedi. Siruni kekliklere dönerek şöyle devam etti “Zihnimin kanatları düşüncelerimin düşlediği kanatlardır. Zira her kanat bir ufukta uçuyor sizin uçacağınız kanatlar hangi ufuklara uçuyor dedi”.
Keklikler dar bir kürede ve derin bir nefesin üzerinde düşüncelerini süzerken, iç gezegenlerinden zemin yüzüne mahkum bırakılmış Siruni’ye bakarak, “Biz sadece özgürlük istiyoruz!”, “Ve bu sadece senin veya annenin parmaklarını kıpırdatması kadar zahmetsiz bir iş.” “Bu bizim hakkımız” dedi. Siruni, kekliklerin bu haklı talepleri karşısında o an duraksadı ve hemen koşar adımlarla Revşan Hanım’ın yanına varmak için evden ayrıldı. Annesi evin bahçesinde kümesteki tavuklara yem atıyor bir de yumurtlayan tavuk var mı diye bakıyordu. Siruni annesine seslenerek “Anne şu keklikler neden kafeste, onları neden var olması gereken tabiatın kucağına bırakmıyorsun?” dedi. Revşan Hanım oğlunun bu hallerini sürekli yaşadığı için çok fazla ehemmiyet vermiyor gibi davranarak “Sevdiğim için oğlum.” dedi. Siruni, bu cevabı anlamsız ve dar bir bakış olarak görecek ki “Anne sen beni seviyor musun?” dedi . Revşan Hanım “Tabiki oğlum neden sevmeyeyim.” ” Peki o zaman beni de dar bir kafese koysana lütfen..! belki hayat kafeste daha güzeldir ne dersin.” Revşan Hanım bir an için büyük bir gerginlik , sert ve anlamsız bir süzüş ile “Peki neden bu kadar önemsiyorsun bunu, adı bir keklik? Biraz daha gerilen Siruni akıl sermayesini fazla harcamadan “Çünkü onlar şuur sahibi olmasalar da hayat sahibiler bizler gibi. Hayat, hürriyet ile derc edilmiştir. Hürriyeti alınan bir canlının, hayatının olması neye yarar? Soruyorum sana!” dedi. Anne Revşan Hanım, “Tamam oğlum, git ne yapıyorsan yap!” dedi.
anlatımıyla ve çarpıcı sonucuyla hürriyetin ne denli önem arz ettiği bir yazı olmuş. Tebrik ederiz Yüreğinize sağlık