BANA DOKUNMAYAN YILAN BİN YIL YAŞASIN
Savaş başlayalı seneler olmuştu. Olga ülkesindeki herkes savaşa çoktan alışmıştı. İnsanlar artık kendinden başka kimseyi düşünmez olmuştu. Savaşı kazanmak, çocukları kurtarmak kimsenin aklından geçmiyordu. Herkes yarına nasıl sağ çıkacağını düşünüyordu. İnsanlar bir gün daha yaşayabilmek için dünyadaki herkesi feda edebilirlerdi.
Olga ülkesinde yaşayan Okyanus adında güzel bir kız vardı. Bu kızın güzelliği dillere destandı. Denizi andıran masmavi gözleri, kömür gibi simsiyah saçları vardı. Ona bakan bir daha bakmak istiyordu. Herkes gibi Okyanus da yaşamaya önem veriyordu. Güzel kız, daha çok genç olduğunu düşünüyor ve en az yüz yaşına kadar yaşamak istiyordu fakat bu ülkede bir savaş vardı ve savaşı başlatanlar kimsenin uzun yaşamasına izin vermiyordu.
Günlerden bir gün, Okyanus, eve ekmek almak için dışarı çıktı. Her zamanki gibi çok güzeldi. Saçlarını savura savura yürüyordu. Bu güzel kız, işgalci askerlerden birinin dikkatini çekti. Bu yüzden bu asker, kıza bulaşmak istedi ve genç kızın önünü kesti. “Nereye gidiyorsunuz?” diye sordu. Okyanus, gözlerini pervasızca askerin gözüne dikti. “Ne zamandan beri düşmanımıza hesap veriyoruz?” diyerek askerin sorusuna soruyla cevap verdi. İşgalci o an silahını çıkardı. Genç kıza doğru uzattı. “Soruma cevap veriyor musun, vermiyor musun?” diye sordu. Okyanus’un yüzü yere doğru eğildi. Ölümden hep korkmuştu ama savaş çıktığından beri daha çok korkuyordu. “Ekmek almaya.” diye yanıt verdi. Asker, kızın gözlerinde korkuyu görmüştü bir kere. Bundan derin bir zevk aldı. Kahkahayla güldü. “İstesem seni silah zoruyla evlenmeye bile ikna ederim değil mi?” dedi. Okyanus, olduğu yerde tir tir titriyordu. Tek kelime etmeye cesareti yoktu. O sırada başka bir asker geldi. Silahı eline aldı. Okyanus’a dönüp “Siz istediğiniz yere gidebilirsiniz.” dedi. Güzel kız, korkuyla oradan uzaklaştı. “Asker! Senin görevin insanlara hesap sormak değil. Bu şehri, bu evleri ele geçirmek anladın mı? Senin başka görevin yok.” diyerek kızı rahatsız eden askere bağırdı.
Okyanus, koşar adımlarla ekmek almaya doğru giderken yolda bir çığlık işitti. Bu çığlık, içinde fırtınalar kopardı. Korkuyla çığlığın geldiği yöne doğru baktı. Bir asker, çocuğun başına silah dayamıştı. Çocuk da korkuyla çığlık atmıştı. Asker, kendinden emin bir şekilde çocuğu tehtid ediyordu, “Ya bu evden çıkarsın ya da seni öldürürüm.” diyordu. Okyanus, bu görüntüleri görmeye çoktan alışmıştı ama yine de çocuk için üzüldü. Çocuk, Okyanus’u görünce “Abla ne olur yardım et.” diyerek yalvarmaya başladı. Asker sinirle genç kıza baktı. “Eğer ölmek istemiyorsan defol buradan!” diye bağırdı. Ölüm korusu genç kızın bütün bedenini sarmıştı. Yine ince bir çizgide yürüyormuş gibi oradan uzaklaştı. Gidip ekmeğini aldı. Ardından hızla evine doğru gitmeye başladı. Bu sefer güzel kızın yolunu, genç bir kız kesti. Bu kız nefes nefeseydi. Bir şeyden kaçtığı belliydi. Okyanus, başının belaya girmesini istemiyordu. Bu sebeple kızı tersledi. “Ne var ne istiyorsun?” diye sordu. “Ben Azra.” dedi genç kız. “Bu ülkenin kurtulması için yeni bir direniş başlatıyoruz. Akşam altıda ilk toplantımız yapılacak. Seni de bekliyoruz.” Azra bunu söyledikten sonra Okyanus’un eline bir kağıt sıkıştırdı. Kağıtta toplantının yapılacağı adres yazılıydı. Genç kız kağıdı verir vermez oradan uzaklaştı. Okyanus, hemen elindeki kağıdı buruşturup attı. Siz kimsiniz de bu işgali durdurup savaşa son vereceksiniz diye düşündü. Ardından evine girdi. Annesi sofrayı kurmuştu bile. Herkes merakla Okyanus’un gelişini bekliyordu. Genç kızın korkudan beti benzi atmıştı ama ailesine bir şey belli etmeden sofraya oturdu. Anne, tabaklara çorba koyuyordu. Evin en küçük çocuğu, “Anne yine mi çorba içeceğiz?” diye sordu. Baba hemen sinirlendi. “Savaşın ortasında bunu bulduğumuza şükret. Yakında yiyecek tek lokma ekmek bulamayacağız.” diye yanıt verdi. Anne, çorbayı kocasına doğru uzattı. “Yakında bizim evi de işgal ederler. O zaman ne yapacağız?” diye yakındı. Zavallı adam, diyecek bir şey bulamadığı için uzaklara derin derin baktı.
Okyanus, çorbasını içtikten sonra odasına geçti. Yatağına uzandı. Bu askerlerden korunmanın en iyi yolunun evlilik olduğunu düşünmeye başladı. Evet, genç kız karar vermişti. Askerlerden biriyle evlenecek, böylece kendini kurtarmayı başaracaktı. Kimse asker karısına zarar vermeye cesaret edemezdi. Genç kız, yatağından kalkıp aynanın karşısına doğru geçti. Kendine baktı. Bu güzellikle kim evlenmek istemeyecekti?
Ertesi sabah Azra elindeki kağıtları gizlice bütün mazlumlara dağıtıyordu. Kağıtta şöyle yazıyordu, “Kardeşlerim, ülkemiz işgal altında. Neredeyse her saniyede birimiz ya öldürülüyoruz ya da evimizden kovuluyoruz. Bugün bana yapılan yarın sana yapılır. Gelin birlik olalım. Bu zalimleri hep birlikte yenelim. Akşam altıda yapacağımız toplantıya hepinizi bekliyoruz. Sevgilerimle.” Bu yazının hemen altında da toplantının nerede yapılacağı yazıyordu. Azra korkusuzca bu kağıdı herkese dağıtıyordu. Ölüm gelecekse de direniş çağrısı yaparken gelsin diye düşünüyordu.
Okyanus, kahvaltısını eder etmez dışarı çıktı. Bu sefer askerlerden birini tavlamak için çıkmıştı. Yolda giderken yine Azra ile karşılaştılar. Azra, elindeki kağıtlardan birini Okyanus’a verdi. Okyanus, kağıdı alıp çantasının içine attı ve oradan uzaklaştı. Geçen ona hesap soran askerin yanına gitti. Bütün güzelliğiyle askerin önünde durdu. “Cüretimi bağışlayın ama size hayranım.” diyerek askerin elini tuttu. Asker, öfkeyle elini geri çekti. “Ölmek istemiyorsan defol!” diye bağırdı. Okyanus’un kalbi çok kırılmıştı ama evlenmeyi kafasına koymuştu bir kere. Bütün cesaretini toplayıp “Ben sizden çok hoşlanıyorum ve sizinle evlenmek istiyorum.” dedi. Okyanus gibi güzel bir kızı hangi erkek reddedebilirdi ki? Asker, önce şaşırdı ama sonra “Beni kandırmadığını nereden bileceğim?” diye sordu. Okyanus, kendini kanıtlamak için çantasından kağıdı çıkardı ve askere uzattı. “Bugün direniş için toplantı yapacaklar.” Dedi. Asker kağıdı açıp okudu. “Eğer doğru söylüyorsan sana inanacağım. Yarına kadar bekle. Sana haber göndereceğim.” dedi. Okyanus, sevinçle oradan uzaklaştı. Vicdanı hiç sızlamadı çünkü kendi hayatını garanti altına almıştı. Bu her şeye değerdi.
Akşam askerler toplantı yerinin olduğu yere gittiler. Uzaktan izlediler. Gerçekten de yüzlerce kişi orada bir araya gelmişlerdi. İşgalci askerler hiç düşünmeden orayı ateşe verdiler. Yüzlerce direnişçiyi diri diri yaktılar. Bu zalimlik Dünya’nın her yerinde haber oldu ama kimse umursamadı çünkü kimse kendini ısırmayan yılanı umursamıyordu.