SANKİ ÖYLE
Sanki asırlardır aynı şarkıyı söylüyormuşum gibi, sanki yollarımız iki ay önce değil de iki asır önce kesişmiş gibi, sanki ruhum iki parçaya bölündükten hemen sonra yeniden birleşmiş gibi, öyle sessiz öyle sakin…
İlkbaharı sevmezdim. Salya sümük içinde atlatırdım bu mevsimi. Huysuz sabahlarım kâbus gibi hissettirirdi. Bir ilkbahar gününde tanıştık ve bir daha asla böyle hissetmedim. Tek bir hapşırık bile duymadım. Soda mesela, sade sodadan nefret ederdim. Artık en sevdiğim içecek sade soda. Bir çift renkli göze abayı yakardım her zaman. Kahverenginin farklı tonları olduğunu bilmezdim. O küçük kahverengi gözler, dışarıdan sert ama içi bir o kadar yumuşak bir ağaç gövdesini andırdı bana. Doğa ve ben kelimelerini tek bir cümlede kullanmak demek kıyamet demekti. Şimdi ise uçan kuşa bile “merhaba” demek istiyorum. Uğur böceklerini kucaklıyorum. Bir kavanoz dolusu kelebeği serbest bırakıyorum. Saçlarıma iliştirdiği çiçeklerden taçlar yapıyorum.
Çok sevdiğim bir inanç var. Yunan mitolojisinde Zeus, insanları yaratırken onları dört bacaklı, dört kollu ve iki başlı ruhlar olarak yaratmıştır. Zamanla bu insanlar Zeus’a şükretmeyi unutunca Tanrı Zeus bu duruma çok öfkelenmiş. Kendisini unutan bu halka ceza vermek isteyen Zeus, onları lanetleyerek ruhlarıyla birlikte ikiye bölmüş. Birbirinin eşi olmayan ama birbirinin eşi olan ruhlar etrafa dağılmış. Böylece insanlar hayatları boyunca eksik olan parçalarını arayarak geçirmişler. Söylenene göre bir ruh eksik olan parçasını bulduğunda bunu hissedermiş. İçinde bir yerde onu uzun zamandır tanıdığına dair bir önsezi olurmuş. Onu özler, ondan kopamaz ve ona durmadan temas etmek istermiş. Ancak eksik olan parçasını bulduğunda bir bütün olurmuş o ruh. Diğer yarımla karşılaştığımı sandığım çokça zaman oldu ama hiçbir zaman sanki uzun zamandır tanışıyormuşuz gibi hissetmedim. Aramızda görünmez bir ip var ve biz uzaklaştıkça o ip uzuyor fakat asla kopmuyor.
Renksizdim önceleri. Sihirli bir gözyaşı damladı ve kurumuş yaprakları yeniden canlandırdı. “Her son yeni bir başlangıçtır” derler. Sonun başlangıcı hiç bu kadar güzel olmamıştı. Her bir dokunuşu tenimde bir başka tohumu filizlendirdi. Ve devam etti, bedenimin tamamını kaplayana kadar durmadı. Öpücükleri bir lanetti benim için. Uyuşturucu kadar tehlikeli, bağlayıcı ve ceyline kurulmuş bir tuzak gibi. Ölümcül sandığı her bir dokunuşu yeniden doğuştu benim için.
Yeniden inanmak kendini affetmekle başlar. Kendimi defalarca kez affettiğim bir gündü onu bulduğum gün. Bazı şeyler olmak zorunda. Ben, benim için olması gereken en güzel hayatı yaşıyorum. Farklı bir alternatif ya da paralel bir evren yok. Tek bir ihtimal var ve yaşanılan her şey ona ulaşmak için atılan koca bir adım.
Çoğu zaman seninle bir dansa kalkmış gibi hissediyorum. Bir prenses değilim ya da bir prens fakat kendi krallığımızda bir kral ve kraliçeyiz. Her figürde bir renk silsilesi süzülür etrafa. Kendi etrafımda dönüyorum ellerim ellerindeyken. Uçuşan eteklerimin hışırtısı duyuluyor tüm krallıkta. Serçeler, sincaplar, ceylanlar ve tüm diğer dostlar en güzel melodilerle şarkı söylüyorlar. Ağaçlar meyve vermek için hazırlar. Sahi, söylesene neydi en sevdiğin meyve?
Buluttan bir arabada gezmek gibi seninle olmak. Her şey şekerden yapılmış. İçi pamuk şekerle dolu bir dünyada olmak gibi. Korkutucu elbet ama korkarak yaşamamam gerektiğini anlamam zaman aldı. Üzülmek korkutucu, düşmek yaralayıcı fakat nasıl toparlanacağını bilmek işin sırrı. Nasıl ayağa kalkacağını bilirsen düşmekten asla korkmazsın.
Sanki asırlardır aynı şarkıyı söylüyormuşum gibi, sanki yollarımız iki ay önce değil de iki asır önce kesişmiş gibi, sanki kollarında olmak evde olmak gibi, öyle derinden öyle huzurlu…