SANAT VE ESTETİK

İnsanın varoluşundan bu yana kendini bulmanın, kendini anlamanın, hatta kendi olabilmenin savaşı vardır kalbi ile ruhu arasında.
Dünyaya gelip yaşamak, yemek, barınmak telaşına düşen ve toplum normları arasında sıkışan, yorulan ve kaybolan insan belki de en çok sanatla bulur kendini. Kendi gerçekliğini, kendi anlamını yaratmak, kendi anlamını yaratma sorumluluğunu almak onu daha da iter sanatın koynuna.
Sıradan sözlerle ifade etmede yetersiz kalınan, anlatılamayan her duygu veya düşünce müzik, resim, heykel, şiir gibi kavramların kanadına kondurularak, insan ruhundaki duyguları ve estetiği uyararak, uyandırarak, haz vererek şekillenmesi ve ifade edilmesidir sanat. Anlama ve anlaşılma gereksiniminin de sonucudur bir nevi.
Sanat yaşamdaki imge ve görüntüleri hakikatleştirme ya da hakikatleri görünür hale getirme eğilimidir. Picasso, sanatı; gerçeği anlamamızı sağlayan bir yalan olarak tanımlamış olsa da belki de sanat bir nevi sahte bir yaşamdan sıyrılmış gerçeklerdir…
Sanatla yaşamı estetikleştirmek, yeni bir hayat yaratmak öze dönüşü tetikler. Bu da bakış açısının genişlemesine, imge yaratma gücünün artmasına, anlamın derinleşmesine neden olur ve farkındalıkları arttırır.
Bazen bir dram filminde karakterlerin çektikleri acıları empati kurarak kavramak ve ağlamak arınmamıza, berbat geçmiş bir günün sonunda bir komedi filminde kahkahalar atarak hayatın güzel ve tatlı anlarını anlamamıza, söylemek isteyip de söyleyemediklerimizi belki bir şiir, bir şarkı aracılığıyla haykırmak psikolojik olarak rahatlamamıza sebep olur. Bazen bir heykelin inceliklerinde insanı yani özümüzü ayrıntılı inceleme fırsatımız olur. Güzel bir resim, uyuyan bir tarafımızı uyandırı. Tıpkı Salvador Dali’nin belleğin azminde (eriyen saatler) olduğu gibi…
İnsanın yaratılışının şahane bir sanat eseri olduğunu düşünecek olursak onun kendi içindeki ve dışındaki sanatı keşfedip açığa çıkarması, kendini bulma yolunda adım atmış olması estetik bir haz ve uyanış sağladığından sanat bir yaşam nedeni olabilir.